Her daim ötekileştirilen, öteki olmaya zorlanan Petrov Pavloviç’in hayatı ve anıları.


Belki de Pavloviç’in tüm anılarını yazıp siz okurlara anlatmak yerine bu kitabı üstteki söz ile bitirmem daha kolay olabilirdi, fakat öteki olmuş bir insanın bile her anını kelimelere döküp sayfalarca yazmak, bana ve kalemime daha cazip gelen bir istekti. Bu istekle beraber Pavloviç’in hayata ilk gözlerini açtığı yerden, yıkık ve her halinden fakir olduğu görülen taşra köyüne uğruyoruz.


Köyden dışarıda kalan, duvarları kararmış, önü geçen seneden kalmış olan samanlarla çevrili olan evin bacasından çıkan ince duman evin varlığını ve içinde yaşayan insanların olduğunu gösterir. Kapıdan bakınca içerisinin tek odadan ibaret olduğunu, sobanın başındaki çocuğun boş gözlerle ateşi izleyip evin içindeki kadına varlığını belli etmemeye çalıştığını görürüz. Bu kadın çocuğun annesi midir bilinmez ama çocuğu görmezden gelip günlerce dövdüğü bilinir. Köydeki diğer tüm çocuklar tarafından dışlanıp istenmez çocuk. Evet, Pavloviç doğduğu andan itibaren istenmez, ne annesi ister onu ne de köydeki diğer insanlar. Neden bilinmez, sahi neden istenmez Pavloviç? Sessiz diye mi, annesi onu dövüp sevmiyor diye mi, ya da…


Taşranın soğuk insanlarından uzak kalıp ötekileştirilmemek için hep uzak yerlere doğru saatlerce yürür Pavloviç. Bundan birkaç sene önce bulduğu sakin ve insanlardan uzak olan küçük ağacın dibinde oturur, kendisinin bile anlam veremediği yaşadığı olayları burada bağırıp gözyaşı dökerek içinden atıp rahatlamaya çalışır. Bu çocuğun içinde öfke ve kin yoktur, sadece anlayamadığı hayatı daha zor ve baskı içinde yaşamanın yorgunluğu vardır. Gözyaşları ile birlikte ayağa kalkıp evine doğru yola koyulur, her ne kadar bedeni, kalbi ve gözyaşları bunu istemese de… Eve dönüş yolunda yaşıtları sayılabilecek çocukların sırtlarındaki eskimiş olan çantalarına takılır gözü, Pavloviç için o eski şeyler gözünde birer hazineye dönüşür. İçten içe kıskanır, okulun nasıl bir yer olabileceğini hayal ederek yoluna devam eder. Günler küçük Pavloviç için hep aynı ve sıkıcı geçer ta ki annesi olan kadının Pavloviç'i kasabaya çalışması için gönderene kadar. O an kahramanımız için açılan özgürlük kapısı tüm ihtişamıyla Pavloviç’in yüreğini doldurur, belki de bu güne kadar ruhunu harekete geçiren hiçbir şey olmamıştır.


Torbasına yolluk olarak koyduğu birkaç meyve ve ekmeği de hazırladıktan sonra bir daha girmeyeceği evin kapısından çıkar, karşısında kendisine bir kere bile sevgi göstermediği annesi, soğuk bakışları ile Pavloviç’ in gözlerine son kez bakar ve evin kapısını kapatıp Pavloviç’ i gerisinde bırakır, sonsuza dek.

                                                                                                                                   

Yaşadığı yerden 30 verst uzaklıkta olan şehre doğru yol alır kahramanımız, hızlı denilebilecek adımlarla çıkar köyden, bir daha hiç dönmeye niyeti olmayan adımlardır bunlar. Yol boyunca sadece düşünür, neden var olduğunu yıllarının neden bu şekilde harcanıp gittiğini düşünür, kafasının içinde bin bir hayal kurar, kendisine göre asla gerçekleşmeyecek olan hayaller. Bir anlığına durur aklına Tanrı’nın varlığı gelir, hiçbir zaman içinde ihtiyaç duymadığı Tanrı'sı… 



Kafasının bir köşesine Tanrı'nın varlığını da ekler, zamanı gelince onu da düşünmek ister, her ne kadar tam bir cevabını bulamasa en azından bir şey yapmak için düşünmek ister. Tüm bunlar kafasının içinde kargaşa yaratırken yüzüne keskin ve soğuk bir ifade yerleşir, iç ceplerinin içinden buruşuk bir kâğıt ve kalem çıkarır, yaşadığı heyecan ve her an düşüncelerini kaybetme korkusu ile bir an önce aklındakileri yazıya geçirmek için bir ağacın altına oturur.


Düşünmek, aslında var olmak ya da insan demek. "Düşünmeyen bir insan?.."  Belirsizlikte kaybolduğu için sonuca varmaya çalışmak denebilir düşünmek denen şeye. Veya bir bulunamamazlık, varamamazlık arasında sonuç bulmaya, sonunda ise çalışmak ve sonuca varmak...


Yazdığı her cümleden sonra yüzünde oluşan gülümsemeyi ve heyecanını bastırmakta güçlük çekse de hayatında ilk defa yaşadığı bu duyguyu sonsuza kadar unutmayacağına yemin eder ve kafasında oluşan düşünceleri yazmak için odaklanır.


Her insanın kafasında farklı işleyen, herkesi farklı etkileyen durum. Sonucu da hayata nasıl baktığına bağlı değil mi? 


Yazdığı son cümle ile donup kalır, bu zamana kadar düşündüğü şeyleri neden yaşamamıştır, neden hayata başkalarının gözüyle bakmıştır? O an yıllarca kendisine acı çektirenin asıl benliği olduğunu anlaması ile pişmanlığı artar ve devam eder…


O kadar derin bir şey ki düşünmek hakkında düşündüğünüzde bile sebebini sorguluyorsunuz. Belli bir varamamazlık içinde kayboldum, açıkçası neyin ne olduğu çok belirsiz, bir sözlük tanımıyla giderilebilecek bir merak olduğunu düşünmüyorum, düşünmenin.


Ne yazdığını anlaması ile dehşete kapılır, gerçekten düşündükleri bunlar mıdır? Bunca sene varlığının içinde kaybolmasına sebep olan kendisi midir? Daha fazla acı çekmemek için kalemi elinden bırakır, yaslandığı ağacın gölgesine sığınıp gözlerini yumar. Kendisine tek bir soru sorar, şuan ne yapacaktır? Asıl benliğini kabul edip o soğuk taşra köyüne mi dönmelidir yoksa ileride ne olacağını bilmediği hayatına ve yepyeni benliğine mi?

 

Çocukluk ve gençlik anılarımı, iç kargaşalarımı ve benliğim ile yaşamış olduğum çelişkileri okudunuz. Şu an ne mi yapıyorum? Benim yani Pavloviç’in nasıl bir hayat sürdüğü değil, sizlerin nasıl yaşadı ve benliğinizle olan ilişkiniz önemli. Bu aciz ve ötekileşmeye mahkûm olan yaşamımı okuduğunuz için teşekkürler.

                                                                                                    - Petrov Pavloviç.