Pek sevgili Leyla,


Nasılsın? Keyfin nasıl? Ya yanındaki lavuk? Ona lavuk dediğim için bana yine kızacaksın biliyorum ama, n'apayım... Beni soracaksan, ki soruyor musun onu bile bilmiyorum ama ben iyiyim. Tabii iyi ne demekse... Sahi, iyi ne demek? Kendimizi koşullandırdığımız o kısır döngüde bir aksilik çıkmamasıysa iyi olmak, ben iyiyim. Ama iyi olmak, vücudumda salgılanan serotonin hormonunun nirvanaya ulaşması ise ben pek iyi değilim, bilmelisin. Şimdi sesin kulaklarımda çınlıyor... Yine bu ne edebiyatı yapıyor diyeceksin. Haklısın da. Ama bilmelisin ki ben iyi olmanın bana ne anlam ifade ettiğini unutalı çok oldu.


Biliyor musun, sana hiç itiraf etmesem de seni bir açıdan hep kıskandım ve sana hep imrendim. Tabii bunu sana itiraf etmemiş olma ihtimalim de var çünkü metnin devamında yazacaklarıma bağlı olarak sana bu mektubu yollamayabilirim. Ama bilmelisin ki ben hep sende bende olmayan o şeyi kıskandım. Ne diye soracaksın, biliyorum. Ne de olsa bolca param, altına her gece başımı koyabileceğim bir evim, lüks bir arabam ve bana bayılan insanlar var. Ama bunların hiçbiri o eksikliği gidermiyor.


Özgürlük. İşte bende asla olmayan, büyük ihtimalle de olmayacak tek şey.


Benim gibi hafta sonları kitap okurken şarabını içen, yazın arkadaşlarının cafcaflı yazlıklarında konaklayan ve parasını öylece çarçur eden entel bir tipin favori filminin Fight Club olması ironik mi sence? İlk on sekizimde izlediğim bu film bana pek anlam ifade etmese de yıllar geçtikçe ve özgürlüğümün ellerimin arasından usulca kayışını hissettiğimde benim kalbimde çok büyük bir yeri oluştu. Neden mi? Çünkü Jack benim asla yapmadığım ve büyük ihtimalle asla yapamayacağım şeyi yaptı. Özgürleşti. Kendisinden çaldığı özgürlüğü geri kendisinden aldı.


Bunu söylerken bile altımda Gucci ayakkabılarım var. Öyle görünüşünü pek beğendiğim falan yok, çok daha ucuz muadilleri aynı şekilde görünebilir. Ayrıca ayağım karıncalanıyor, pek rahat da değil. Öyleyse böyle bir ayakkabıya ben neden binlerce lira bayıldım? Marka olduğu için mi? Ya da insanların gözünde sahip olduğum paranın somutlaşması için mi? Bilmiyorum. Aslına bakarsan cevabın her ikisi de olduğunun kanaatındayım.


Geçen yaz Ayvalık sokaklarında sabaha doğru aylak aylak dolaşırken bana neden seni bu kadar sevdiğimi sormuştun. İlk ben de neden olduğunu anlayamamıştım ama şimdi söyleyebilirim. Sen benim özgür yanımsın. Söyleyemediğim sözlerin, içimde ukde kalan şeylerin, kusamadığım her nefretin sivrilmiş tarafısın. Seninle hem çok benziyoruz hem de hiç benzemiyoruz. Gerekli koşullar sağlandığı vakit eğer içimdeki varlığını bastırdığım özgür yanım şaha kalkarsa o zaman kendini yansımana bakmış gibi hissedeceksin.


Yine geçen yaz çimlerde sırtüstü yatarken bana neden yaşadığımı sormuştun. İlkin bu soruyu saçma bulmuştum nefes aldığım için tarzı absürt bir cevap vermiştim. Sonra bana usulca dönmüş, içindeki ifadeleri asla okuyamadığım gözlerini kısarak bakmıştın.

 

"Demek istediğim, hayattaki amacın nedir?"

 

O gün o soruyu hiç cevaplayamadım. İstediğin cevaplar olmadığını bildiğim için aklıma gelen klişe cevapları vermemiştim. Sana sorduğumda ise hayat mottonu söylemiştin.

 

Hayattan zevk aldığım sürece varım.

 

Fakat ben şimdi düşünüyorum da... Zevk alıp almadığımı... Almıyorum sanırım. Hayır hayır, bu duygusuz bir nihilist tarafından yazılmış bir intihar notu değil. Bu hayattan zevk alamayan bir adamın yakarışı, bu durumu düzeltebileceğini bilmesine rağmen buna yeltenmeyecek bir ümitsizin çığlığı. Her ay banka hesabıma yatan o parayı neden istiyorum? Herkes o parayı ister, öyleyse neden o para için günümün yarısını köpek gibi çalışarak geçiriyorum? Koca yılın sadece iki haftalık kısmında dertsiz tasasız geçireceğim bir tatil için mi? Yoksa ileride benim ve ebeveynlerimin ortak olacağı mirası bırakacağım bir varis için mi? Aslına bakarsan ben hiçbir zaman çocuğum olsun istemedim. Bu ay otuz üçüme gireceğim ve hala önüme çıkan her kadını bu sebepten dolayı reddediyorum. Genelde benim yaşıtım ya da yaş aralığı benimkine yakın olan kadınların bir an önce evlenip çocuk yapmak gibi bir kaygısı vardır. Ne zamanki saçlarına ilk ak düştüğünde, göz altları gülünce kırışmaya başladığında, vücutlarının hafifçe hantallaştığını hissettiklerinde ya da Facebook'ta arkadaşlarının bebeklerinin fotoğraflarını gördüklerinde onlarda tiz bir alarm sesi çalmaya başlar. Bu, ataerkil toplumun onlara onların ne düşündüğünü sormaksızın yüklediği bir normdur.

 

Fakat sen benim, diğer erkeklerin ya da diğer kadınların yapamadığını yapmış olan birisin. Normları yıkmış, kendini sıkı sıkı bağlanmış olduğun prangalardan koparıp özgürleştirmişsin. Seni tanımış olduğum yıllardan beridir bunların hiçbirinden isyan ettiğini duymadım. O kadar umrunda değil ki bahsini açma gereği bile duymadın.

 

Belki de asıl nokta budur. Sen; toplumun sana dayattığı şeyler umursamıyor, başkalarının özgürlük alanlarını ihlal etmeyecek şekilde kendi özgürlüğünü doyasıya yaşıyorsun. Halbuki bizlere küçüklüğümüzden beri yargılanma korkusu aşılandı. Her aldığımız yaşta üzerimize yeni yeni sorumluluklar yıktılar. Kısıtlandık, kısıtlanırken bu kısıtlanmanın arkasındaki çirkin gerçeği bilsek de onu görmeyi reddettik. Çünkü görseydik bu çirkin gerçeğin ikiyüzlülüğüne katlanamayacağımızı biliyorduk.

 

Bana eskiden çok ama çok baskıcı bir aileden geldiğini söylemiştin. Hiçbir zaman geçmişinden ve geride bıraktıklarından bahsetmeyi sevmezdin ama iş, geride bırakılan aileye gelince senin de tavrın değişiyordu. Sanki hem o insanlara bağımlıyken boşa harcanan zamanlarının yasını tutuyor hem de kalbinde onlara ait istemsizce sakladığın özlem ve sevginin sızladığını hissediyordun. Onları seviyordun ama saçlarını boyatamaz, istediğin gibi giyinemez, dilediğin bölümü seçemez ya da karşı cinsten birisiyle en ufak bir muhatapta bulunamazdın. Halbuki bunlar on yedi yaşındaki bir gencin çok normal bir şekilde heves edebileceği, merak edebileceği şeylerdi. Fakat sana bu izin verilmedi, senin de bir seçim yapman gerekti. Ya özgürlüğün ya ekonomik sıkıntılar, manevi kayıp ve sevgi eksikliği...

 

İşte seninle aramızdaki fark da bu. Senin aksine çok iyi ebeveynlere sahibim, her gün annem tarafından sevgiyle büyütüldüm ve manevi hiçbir kaybım yok. Ama benim özgürlüğümü elde edebilmem için feda etmem gerekenler daha ayrı, daha farklı.

 

Bazen beynim sulanıyormuş gibi hissediyorum. Şu an saat gecenin dördü, yarın işe gitmem gerek ama benim zerre uykum yok. Altımızdaki Fransız kafesinin en içteki bölümüne kimse fark etmesin diye bir kedi misali sokulmuş, sana bu satırları yazıyorum. Yazıyorum, yazıyorum çünkü anlatmam gerek. Sana yazıyorum çünkü bu yazdıklarımın inceliğine varabilecek tek sen varsın etrafımda. Sana yazıyorum çünkü artık ne yapacağımı bilememekten yoruldum. Şu anda seninle birlikte, senin bir haftalığına çıkmış olduğun karavan tatiline gelmek için her şeyimi verirdim. Daha doğrusu vermek isterdim. Ama bunu yapamayacağımı bildiğim için, hayalini kurmakla yetiniyorum.


Bazen hayaller, insanı gerçeklikten daha mutlu ediyor.

 

Biliyorum, yanındaki lavuk dediğim kişi benden daha cesur. Hatta ben seninle o karavan gezisine çıkmak için her şeyimi feda etseydim dahi, o seninle birlikte olduğu için yine gelemezdim. Ama ben her şeyimden uzun süre önce vazgeçmiş olsam ve seni yine o şekilde bulsam aramızdaki elektrik ve çekim sonuçlanabilirdi. Misal yazdan yaza görüşmek zorunda kalmazdık, sen asla monotonlaşmayan gezgin hayatına devam ederken ben her günümü yazı geçiriyormuş gibi yaşardım.

 

Elbette senin hayatının da kolay olmadığını biliyorum. Buradan çok çılgın, eğlenceli ve matrak bir hayat gibi geliyor, ki kısmen öyle, ama bundan ibaret değil. Her hayatın kendine has zorlukları ve yokuşları olduğunun idrakindeyim. Örneğin seninle beş yıl önce tanıştığımız o gece benim lüks bir balık restoranında akşam yemeğimi yerken senin bana garson olarak hizmet etmen gibi... İnsanların kültürlenmek ve daha nitelikli bir birey olmak dışında senin gibilere nazaran daha fazla para kazanmak ve senin yaptığın işleri yapmamak için okuması gibi... Daha da açmam gerekirse garsonluk yapmak, araba sileceklerine broşür sıkıştırmak ya da çocukların doğum günlerinde onlara oyunlar oynatan palyaço olmak... Benim bahsettiğim şey, yaşamayı bilmekle alakalı.

 

Göz kapaklarım birleşmek için direniyor Leyla, birazdan yerimden kalkacağım sana bu mektubu yollamak üzerine, sonra düşünmek için metni masama koyacak ve mentollü sigaramı yakacağım gecenin bütün sessizliğiyle baş başa kalarak. O sigarayı içerken beş yıl önceki geceyi yad edeceğim zihnimde. Benim, bulunduğum atmosferden kurtulmak amacıyla garsonların sigara içmeye çıktığı yere çıkmamı, sen sigara içerken senden çakmak istediğimde bana yan gözle bakmanı ve çakmağını içeride unuttuğun için sigaramı, sigaranın ucunla yakmanı hatırlayacağım. O günlerin tadının damağımda nasıl bir his bıraktığını yoklayacağım, tıpkı bugünkü gibi kekremsi bir tat bırakıyorsa huzursuz bir uykuya daha dalacağım.

 

Sana olacakları söyledim, böyle olacağını bildiğim için... Hiçbir günün diğerinden farkı olmadığı için…

 

Orada saat kaç ya da bu mektup sana ulaştığında saat kaç, hiç ulaşmamış da olabilir, bilmiyorum. Yine de iyi geceler, Leyla. İyi bak kendine.




En Sevdiğin Zengin Züp

p

e