Anneme anlatmak isterdim sevmeyi. Şimdilerde suçluluk duygusuyla boğuşuyor olmasa ve mutluluğun haklılıktan, dayatılan "doğrulardan" daha önemli olduğunu vurgulamaya başlamasa söylerdim belki. 


Anne derdim, bir çocuğa, sırf babasını sevdiği için gurursuz, karaktersiz, menfaatçi olduğunu düşündürmek zulümdür. Sevgi, utanç ve suçlulukla iç içe, peş peşe kodlanırsa kimi, nasıl, kim için sever o çocuk? 


Sen ağaçtan kopan dala kıyamayıp suda yeşertmeye çalışan kadınsın, bitkilerle konuşansın. Görmedin mi kimi kayaya tutunur, kimi suya, kimi toprağa, kimi bataklığa... Kimi güneş ister, kimi güneşi sevmez. İnsan da böyledir. Bilhassa çocukken..


Sen istedin ki akla uysun; güneşi sevsin, toprağa tutunsun, güçlü dursun.


Peki lotus utanmalı mı bataklıkta açtığı için? Kiraz çiçeğini hor mu göreceğiz kırılganlığı yüzünden? Çölü sevdi diye aptal mı kaktüs? Histerik mi suya doymayan devetabanı? Belki kadınlar da çiçektir. Kadınlar bundan mı gocunmalı? 


Yani derdim, affetmemek gurur değil kusurdur. Laz damarınla boğma duyguları. Utandırma insanı arzularından. Onlarla tutunuyoruz hayata. Onlar köklerimiz. 


İnat güç değil, o senin yanılgın. Korkmak ayıp değil. Özlemek suç, ağlamak zayıflık, istemek şımarıklık değil. Bu gördüğün de ben değilim. Hatta bu gördüğüm, ben değilim.


Demir parmaklıklar taşıyorum içimde. Senin hoşgördüklerin dışında bir duygunun gölgesi süzülse dışarı, aczimi haykıran bir gardiyan gibi vücuda geliyor sesin. Daha da kötüsü artık hepsini biliyor olmama rağmen değiştirmekte çok zorlanıyorum. 


(Kadın kadındır, lotus babamdır.)