aynı şiire ağrıyıp koyun koyuna uyuyanlar da kimsesizdir sabaha karşı

aydınlık da sıcak değildir geceler kadar

ve bana düşer

gülüşmeleri dağılmış masaları toplamak

kendisiyle baş başa kalan herkes gibi kurumuş peynir tabakları, cam bardaklar

neden gecenin sonunda yüzümle ıssızlaşır


suyun cam bardaklardan insan izlerini temizlediği bir akşam

tenimin camlaşmak isteğini kopartıp duruluyorum

biliyorum aklanmak benim adım olmayacak

su çok önceden duyduğum sesleri

kirli tabaklarda sunuyor önüme

dikiş makinesi, berrak ninniler, gıcırtılı salıncak


önceleri annem ağrılarıma ağırlıklarından kumaşlar dikerek

saklıyordu gerçekliğimi

böyle zamanda böyle ulu orta kananmaz diye

beni temiz sularla yıkıyor,

artakalan yerlerimi perdeliyordu

çıkarıyordu sabaha çıkmaz denilen yanlarımdan ne kalmışsa

alnının orta yerindeki iplerle düğümlüyordu ellerimi

alnına çamurdan izler düşüyor, alnına renksiz tırnaklarım değiyor

bu ona hiç yakışmıyordu


aynı şarkıyla dans edenler farklı yerlerinden burkulurlar gösterinin sonunda

en son beni selamlar bitmesi gereken her şey gibi kapatılan müzik, çekilen perde

ve neden yalnız dönülür telaşlı yollardan

ağzımın kuruyuşu ve dönüşmesi sessizliğe

ağzımdaki acı geçmiyor

ağzımdaki taş düşmüyor

ağzımdaki kan

 

camlardan dökülen siyah anılarıma bulanıyor su

bense yüzüme yansıttığı anları kusuyor

ağzımdaki taşı düşürüyorum nihayet

taş, derin bir iç çekişle taşırıyor dünyamın okyanuslarını

dalgaların arasından başımı yasladığım omuzlar geçiyor

omuzlar siliniyor

boğmak diye buna deniyor

boğulmayı hiç sormayın

ağzımdaki kırmızı ağrıyor


aynı eşikten sırt sırta geçenler farklı kapıları çalar yol sonunda

zaten bilemem hangi misafirliğimde hangi duvara yaslayacağım sırtımı?

ya da iplerinden koparıp hangi izdihama süreceğim ellerimi

kopukluğu anmıyorum

fakat kopukluk adımı kırmızı kalemlerle çizmeyi ihmal etmiyor

sonra dört kişilik bir fotoğraftan

arkamda duran gülüşü düşürüyor, kendine katıyor

sırtımı yasladığım yerden oyulmak ve dönüşmek bir çukura

böyle zamanda böyle ölünmez diye

ağzım mezarlaşıyor

çukurlar büyüyor ve dilimdeki kan


önümde çok kişilik masa

arkamda temizlenmeyen yığınla bulaşık

böyle rengin arasında kara bir buluta dönüşülmez diye

bana yaz akşamlarının şarkısını söyleyen karışıklık

bulutlarıma zeytin ağaçları arasından ay ışığını gösteriyor

gösteriyor ki gözlerim takılmasın boşluğa

boşluğun bunca hengamede yeri olmasın

bak diyor, ay ışığında yalın ayak dans eden ipek saçlı coşku senindi

senindi çiçekli elbiseler giyen neşeli bulutlar


yüzlerinden aydınlığı eksik olmayan kalabalık

mavi şarkılar söylüyordu o gece

neşe aramızda bir yerlerde bağdaş kurmuş

ağzımdaki kemirgenleri ağartıyordu

ortamızda yanan ateş ellerimi çözüyordu bağlarından

böyle zamanda böyle yanılmaz diye

küsüyordu bulutlarım korluğa uzanışıma


sabah olacaktı eninde sonunda

bana düşecekti insanlardan artakalan külleri savurmak

unutulacaktı şarkılarım, neşeli sarhoş danslarım

bir şeyler kanayacaktı geride

temizleyemediğim

annemin tül perdelerle örttüğü

bileklerim

zaten ağrının dedim, kanın hakkı bileklerimindir

gerçekliği örtülmeyen gizi bilmez 



Fotoğraf: Semi