Yemekhanede sıra beklerim. Durakta her gün otobüs. Arabaya binsem ışıkta beklerim. Mesaj atarım, cevap beklerim. Huyumdur dünyadan kopmak. Çocukken bir ara umutlandım, anlaşılmayı bekledim ama gelmedi. Oradan alışkanlık oldu herhalde. Gün biter, eve dönerim, cam kenarında oturup beklerim. Beklediğimi unuturum, en baştan beklerim. Bazen ürperti köpürür, içinde boğulur aklım. Ayağıma takılmış sanki gök taşı. Sorular kezzap dolu bulut, yağar üstüme. Neyi bekliyorum? Bir dilaltı bulurum, bahane bol nasılsa... 

Kitap oku, okula git, takipçi kas.

İyi giyin, araban o biçim.

Şunu da geçsem tamamdır.

Ay ben biraz kişisel gelişeyim. 

Aşınca her şeyin güzel olacağına inandığımız bir engel çıkıyor sürekli önümüze. Bazen diyorum ki: "Lan yoksa bu engelleri biz mi üretiyoruz?" Bekleyişin kahrı içinde kendi çığlığımızı duymamak için. Ölümün çok yakın olduğunu hatırlamamak için. Acizliğimizi, sevgiye nasıl da muhtaç olduğumuzu fark etmemek için. Aslında hiçbir zaman Instagram'da sergilediğimiz, üzen ama üzülmeyen, keybetmeyen, yıkılmayan, gangster ve gamsız o hayali karakter olamayacağımız gerçeğiyle yüzleşmemek için kendimize engel mi üretiyoruz? Geçen fark ettim bunu, hemen 5 kilo çekirdek alıp eve geldim, L&M* açtım ama kriz yine geldi. Dilaltı da bulamadım, çöktüm olduğum yere. İnanır mısın, bekledim. Kendi halime güldüm. Ulan Cantozu, dedim, yine bekliyorsun. Sıkıldım, ağladım, kaçamadım beklemekten. Teslim oldum. 

Meğer anlamayı bekliyormuşum. 

Beklenecek bir şey olmadığını. 

Yapacak bir şey kalmadığında,

Kendine katlanabildiği kadarmış insan. 

Yalnız kalabildiğim kadarmış samimiyetim.

Şapkayı değil, maskeyi önüne alıp düşünmekmiş.

Ölümü kabullendiğim kadarmış yaşam. 

Çünkü istediğin kadar uğraş,

Bir şey olacağım diye hırsla koş,

Bu dünyadan alıp alabileceğin sonunda,

Neticene tıkanacak bir parça pamuk. 

Tıpkı Mecnun'un perde tokası gibi...



*Leyla ile Mecnun