1965 yapımı, tam bir Godard klasiği, romantik lakin bir o kadar içinden çıkılmaz muhteşem film.
Başlangıçta kitap okuyan ana karakterimiz Ferdinand, namı değer Pierrot'u görürüz. Yönetmenin benzer filmlerinde olduğu gibi düşünmeye dayalı sözler geçer ki bu en sevdiğim zamandır. Karakterlerin bize o kitabı okuması kendi kendine konuşması olayla alakasız düşündürücü cümleler kurup seni filmin içine çekmesi muazzam.
Film devam ederken zaman atlaması karşımıza çıkıyor, filmin başlangıcıyla sonraki olaylar arasında sonrasında bağlantı kuruyoruz lakin biraz da üstü açık bırakılıyor. Aslında bu olayı çok severim, belirli bir zaman dilimi atlanmıştır ve yönetmen o kısmı sana bırakır
Devam eden süreçte anlam verememeyi bırakıp filmin içine, eğlencesine dalıyoruz. Fazlasıyla heyecanlı, "çılgın" bir aşk hikayesi bizi bekliyor. Filmle özdeşleşmiş cümle çıkıyor karşımıza: "Sen bana kelimelerinle konuşuyorsun, ben sana hislerimle bakıyorum." Bütün filmi özetleyen muazzam bir replik.
Devam eden süreçte bu sözün de getirisi olarak çatışmalar yaşanıyor iki karakterin ne kadar da farklı olduğunu anlıyoruz. Lakin maceracı ruhları o kadar güzel ki. Film; ortalarında heyecan, eğlence, çılgınlık bütün bunları sunuyor.
Çiftimiz çeşitli suçlara bulaşıyor ve bunlardan kaçmaya başlıyor. Bunları adam çılgınlık olarak görürken Kafın karakterimiz hayatı yaşamak olarak görüyor, maceradan maceraya atlamak istiyor.
Çeşitli çatışmalar yaşıyorlar ve etkileyici bir sonla bitiriyorlar. Film bittiğinde sonun nasıl böyle bir hal aldığına şaşıracaksınız.

Sanatsallığıyla fazlasıyla göz dolduran, işlenişi bakımından tam bir Fransız yeni akımına ait olan bu film, sizi hem eğlendirecek hem de şaşkınlığa sokacak. Sanatsal ve nostaljik filmler izliyorsanız kesinlikle beğeneceksiniz.