‘’Bize sunulan dünyanın gerçekliğini kabul ederiz. Bu böylesine basittir.’’ –Christof, The Truman Show


Platon’un ontolojisinin temelinde görünür dünya ve gerçek dünya ayrıklığı yatar. Bulunduğumuz dünya bir görünüşler dünyasıdır ve bu dünyanın dışında bir de idealar dünyası vardır. Bu dünya dinsel bir öte dünya olmaktan ziyade "gerçek" dünyanın kendisidir. Yani Platon, ideaların fiziksel olarak algılanabilen dünyanın ötesinde var olabildiklerini savunur. Bana göre haklıdır da, mesela bir kağıt parçasını yaktığınızı düşünün. Kağıt tamamen kül olduğunda, yani artık fiziksel olarak bir kağıt biçiminde var olmadığında bile kağıt ideasına hâlâ sahipsinizdir. Platon’un insanların yalnızca onlara anlatılan kadarını bilebildiklerini öne sürdüğü mağara alegorisi de benzer bir mantığı izler. Bu benzetme için mağarayı kullanmasındaki temel fikir, insanların görünen gerçekliği gerçek dünya olarak kabul etmeye eğilimli olduklarını fakat gerçekliğin bize sunulandan daha fazlası olduğunu anlatabilmektir. Oldukça tartışmalı olan bu fikir hâlâ çoğu insan için anlaşılması güç olan bir düşünceyi temsil ediyor olsa da Platon’un mağara alegorisine dayanan The Truman Show; alegorideki mağara, tutsaklar, zincirler, ışık, gölge, zincirlerin kırılması ve gerçek objeler gibi kavramları metaforlaştırarak alegoriyi modern hayata uyarlayıp düşüncenin herkes tarafından anlaşılmasını daha mümkün kılma açısından oldukça başarılı bir film.


Filmin ilk sahnesinde Truman Show’un onun gerçekliği ve hayatı olduğunu söyleyen bir kadın görüyoruz, sonrasında bu kadının Truman’ın eşi olduğunu anlıyoruz. Ardından film hızlı bir tempoyla Truman isimli, doğduğu yerden hiç ayrılmamış, orta yaşlı, çocuk ruhuyla diğer insanlara kıyasla sıra dışı fakat rutinlerine bağlı bir adamın günlerini anlatarak devam ediyor. Her şeyin oldukça normal bir çizgide ilerlediğine inanan baş kahramanımız aslında eşi, annesi ve babası gibi kendisine en yakın olan insanların dahi oyuncu olduğu bir dizi setinde, etrafında dönenlerden habersizce yaşıyor. Yönetmen ve proje sahibi Christof’un amacı olabildiğince gerçekçi bir deneyim sunmak olduğundan senaryo 7/24 kameralarla takip edilen Truman’ın rutinlerine ve hareketlerine göre belirlenerek Christof ve ekibi tarafından tüm oyunculara anında talimatlar verilerek ilerliyor, "kaderci" olaylar hariç. Onların önceden planlandığını görüyoruz, Truman’ın babasının geçirdiği kaza gibi. Burada yalnızca Truman’ın değil, projeye dahil olan herkesin Platon’un tutsak olarak ifade ettiği kişiler olduğunu anlıyoruz. Dizi seti mağarayı, oyuncular gölgeleri temsil ediyor. Oyuncuların hepsi Truman’ın erken yaşamından beri hayatında olduklarından setten çıkma ihtimalleri yok. (Böyle bir talep hâlinde karakterin ölmesi ya da başka bir ülkeye taşınması gerekiyor, en azından Truman’a söylenen şey bu oluyor.) Film süresince oyuncuların ve tüm ekibin yanı sıra Truman Show’un hayranlarını da görüyoruz, benim dikkatimi en çok çeken izleyici küvetinde ayaklarını uzatıp sabah akşam Truman Show izliyormuş gibi görünen adamdı mesela. Tam bu kısımda da aslında izleyicilerin de bir çeşit tutsak olduğu fikrini ediniyoruz. İnsanlar duygusal destek ve "gerçeklikten kaçış" için bu programa bağımlılar, bu bizzat yönetmen Christof tarafından da birçok kez dile getiriliyor. Diğer tutsakların Truman’dan farkı, gerçekliklerinin gerçek olmadığını belli bir ölçüde biliyor olmaları. Filmin hikâyesinin Platon’un alegorisinden ayrıldığı noktalardan biri de Truman’ın şehri terk etmek amacıyla trene bindiği sahnede gerçekleşiyor. Küçük çocuklardan biri Truman’ı tanıyıp annesine "Anne bu o adam..." diye seslendiğinde annesi çocuğuna sessiz olmasını söylüyor. Oysa Platon’a göre mağaranın dışına çıkmış biri mağaraya döndüğünde diğer tutsaklara dışarıdaki gerçekten bahsetmeli.


Platon, episteme ve doksayı keskin bir çizgiyle ayırmış ve nesnelerinin farklı olduğunu söylemiştir. Görünen dünya, insanı yanıltma ihtimali olan duyular yoluyla algılandığından değişime tabidir, bu nedenle algıladığımız mevcut dünya doksa’nın nesnesidir. Episteme için durum farklıdır, gerçek bilgi duyular dünyasından ayrılmak zorundadır. Truman’ın hapsolduğu gerçeklik onu tatmin etmemeye başladığında Truman kendini gerçekleştirebilen bir birey olmadığını anlayarak sıkı sıkıya bağlı olduğu zincirlerini gevşetmeye başlıyor. Fark ettiği küçük detaylar, onu beklenmedik ve öngörülemez davranışlar sergilemeye itiyor ve sonunda zincirleri net bir şekilde görebilmeye başladığında onları hiç düşünmeden söküp atıyor. Burada epistemenin doksadan ayrımı, Truman bildiği her şeyin sanılardan ibaret olduğuna dair bir noesis anı yaşadığında karşımıza çıkıyor. Geçmişte setten kaçmayı dahi düşünememesi için trajik bir senaryoyla derin sudan korkmaya zorlanmış kahramanımız korkusunun bile kendisine ait olmadığını anlayarak bir tekneye atlayıp kaçmaya çalışıyor. Truman’ı mağarasından çıkmaya çalışmaya iten şey, kendi kendini gerçekleştiremeyen bir birey olduğunun farkına varması ki bu durumda bireyliğini bile sorgular hâle geliyor. Setin çıkış kapısına ulaştığında Christof ona seslenerek gerçek dünyanın Truman’ın düşündüğünün aksine adaletsizlik ve kötülük dolu bir yer olduğunu söylese de Truman bir yansımanın içinde yaşamaktansa gerçekliği tercih ederek imza selamını verip kapıdan çıkıyor. Böylece kendisiyle birlikte oyuncuları, ekibi ve izleyicileri de serbest bırakmış oluyor. Küvette ayaklarını uzatmış Truman’ı izleyen karakterimiz bile derin bir oh çekiyor Truman kapıdan çıktığında. Filmin burada bitiyor olması ve Truman’ın dışarıdaki hayatının bize yönetmen tarafından gösterilmemesi filmin mesajını ve Platon’un alegorisinin altındaki düşünceyi güçlendiriyor bence. İzleyici olarak gerçekliğimizi sorgulamaya başladığımız anda film bittiği için Truman gibi biz de neyle karşılaşacağımızı bilmez duruma düşüyoruz.


Platon’un mağara alegorisi yüzyıllar sonra bile hâlâ anlatılmaya ve tartışılmaya devam ediyor çünkü Platon kutunun dışında düşünmeyi başarabilen büyük bir düşünürdü. Kendi deyimiyle mağaranın dışında... Yazıyı en sevdiğim video oyunu olan Alice: Madness Returns’teki Cheshire Kedisi’nden bir alıntıyla noktalandırmak istiyorum: "Bir yansıma, bazen yansıttığı nesneden daha fazla gerçeklik ortaya çıkarır."


Görüşemezsek diye iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.