Alasdair Gray'in 1992 yılında yayımlanan başyapıtı Poor Things uyarlaması oldukça zor bir eser.
Kabaca, 1800'lü yılların ikinci yarısında bilimsel deneyler yapan bir doktorun henüz intihar etmiş bir kadın bedenini hayata döndürerek yarattığı Bella Baxer'ın dünyayı keşfini konu alan roman, oyuncaklı dili, sıra dışı karakterleri ve eğlenceli göndermeleriyle edebiyat tarihinin bol ödüllü yapıtları arasında yer almıştı.
Yorgos Lanthimos' un önceki filmlerinden aşina olduğumuz faşist tutumların ailede başladığı ve büyüyerek fazlaca kitleler halinde kabullenilmiş çaresizlik olarak geri dönmüş şekillerin olduğunu farklı dünyalarda, farklı içeriklerle alıntılayan Lanthimos, bu filmde kendini tuhaf Frankenstein hikayesiyle feminizm yolu kullanarak alıntılanan bu güzel ve tuhaf hikaye aynı zamanda her dakikasında merak unsurunu arttırarak devam edip başarıyla taşıyor.
Bella Baxter'ın yaratıcısı Dr. Godwin ve onun asistanı McCandles ile Bella'nın yeniden doğumunun bebeklik dönemine tekabül eden süreçte geçen ve siyah beyaz izlediğimiz ilk yirmi dakikada, olayların gizemi yavaş yavaş çözülmeye başladıktan sonra Bella'yı dünyayı, kendi cinselliğini, parayı ve patriyarkın zalim düzenini keşfe çıktığı bir macerayı uğurlayan film, sürpriz gelişmelerle devam ediyor ve tüm bu zaman zarfında Lanthimosvari çok sayıda sinir bozucu sahnede büyülenip, yarattığı bu benzersiz dünyayı ağzımız açık izliyoruz.
Emma Stone'un Bella Baxter ile kariyerinin en iyi performansını verdiğini söylemek güç değil. İlk sahneden finale kadar bu zorlu ve bir oyuncuyu çok rahatlıkla küçük düşürebilecek tuzaklarla dolu rolü o kadar güçlü bir şekilde tutup asla bırakmıyor ki bir noktadan sonra Bella'yı sahiplenmekten kendimizi alamıyoruz. Willem Dafoe, Ramy Youssef, Mark Ruffalo ve oyuncu kadrosunun geri kalanı da rollerine cuk oturmuş ve nefis performanlar sergiliyor.
Lanthimos'un kışkırtıcı zekasının her saniyesine sirayet ettiği bir film izlemek her zaman eğlenceli. Fakat bu kez ortada bir de çok sağlam bir metne sırtını yaslamış olmanın konforu da olunca Poor Things, bitmesini hiç istemediğimiz karanlık bir masalın içinde gezinme tecrübesine dönüşüyor. Yaratılmış karakterin son derece güvenli alanından konuştuğunu göstersede en başta, daha sonrasında böyle olmadığını pek çok açıdan aktarıyor.
Benim favori sahnem elbette Duncan Wedderburn'un (Mark Ruffalo) Bella'nın elindeki kitabı suya attığı sahne, çok fazla şey anlattığı kesin.