Yıllar önce Portakal Yokuşu’nda geçen bir çocukluğun bu kadar çabuk geçmesi ve şimdi Portakal Yokuşu’nu bilenlerin her birinin farklı mahallelerde yaşıyor olmalarına bir anlam veremesem de bu gerçek değişmiyor ve bunun böyle olduğunu anlayalı da nereden baksan on beş yıl olmuş.


Üniversite okumak için daha soğuk bir şehre gidip üşürken ve şehre küfredip Portakal Yokuşu’nu geri istediğimi söylerken beni çoğunlukla Akdeniz şehirlerinden birinden geldiğimi zannederlerdi çoğunlukla ve ben yok der, geldiğim şehri söylerdim.


Benim geldiğim şehirde portakal yetişmezdi ve Portakal Yokuşu boyunca elma ağaçları vardı çoğu bahçede. Şehir önemli değildi bizim için, önemli olan portakal yokuşu, yokuşun tepesindeki okul ve aşağısındaki toprak sahaydı. Şehre sadece bayramlardan önceki hafta sonunda gider heyecanla mağazaları gezer, en güzel pantolonları ve kazakları ve ayakkabıları en ucuza almak için saatlerce dolaşır, bayramlıklarımızı alır, mutlu mesut eve dönerdik. Bir sonraki bayrama kadar da mahalleden dışarı çıkmazdık.


Ekim ayı geldiğinde Ahmet abinin portakal günleri de başlardı. Yokuşun aşağısındaki durakta otobüsten iner, elindeki birer kiloluk iki poşet portakalla tıngır mıngır yokuşun tepesindeki evine yürürdü Ahmet abi. Hava nasıl olursa olsun temposunu bozmaz, gidene kadar hep bir şarkı mırıldanırdı. Ahmet abiyi gören biz çocuklar da hava çok kötü değilse ya da kötü havaya rağmen annelerimize çaktırmadan evden çıkabilirsek onun peşinden tıngır mıngır yürürdük ve yokuşun tepesinde Ahmet abinin evinin önünde başlardı tantana.


Ahmet abi kapıyı tıklatır, elindeki poşetlerden birisini kapıyı açan karısına verir, diğer poşetteki portakalları sırayla yokuştan aşağıya bırakırdı. Her portakalın peşinden dört beş çocuk koşar, portakal onu en önce yakalayanın olurdu. O sırada hele kar yağıyorsa düşen, yuvarlanan birileri kesin olurdu ve onlara bakıp kahkahalarla güler, bir gün sonra kendimiz düşerdik. Düştüğümüz gün bir de evde dayak yerdik, dayak yemesek de “Bi daha o deli Ahmet’in peşinden gitmeyeceksin!” diye bas bas bağırırdı annelerimiz.


Yirmi çocuğa dört ya da beş portakal getirirdi Ahmet abi, bazen bir iki hafta boyunca hiç alamazken bazen de bir hafta boyunca her gün ilk yuvarladığı portakalı ben kapardım. Bazen portakallar yola kadar gider ve o esnada yoldan geçen bir araba portakalı ezer, peşinden koşan beş altı çocuk da ağlamaklı bakarlardı ezilen portakala. Beş, altı yaşında olup yeni yeni yokuş oyununa katılanlar bunu ilk yaşadıklarında ağlarlardı çoğunlukla. O yokuş, yani Şair Fikri Sokağı herkesin dilinde Portakal Yokuşu idi, Deli Ahmet’in Portakal Yokuşu.


Ahmet Abi’nin, Deli Ahmet’in zamanında küçük bir kamyonetle sokak sokak dolaşarak mevsimine göre meyve sebze sattığını söylerdi annem. Her mahallede birkaç çocuk o geldiğinde kamyonetin arkasına takılıp bahtlarında ne varsa en yakın kasadan elma, portakal, domates, patates hatta bazen pırasa çalarlarmış ve ekmeğinin derdinde olan Ahmet abi buna çok kızarmış.


Bir gün Şair Fikri sokağından aşağı inerken arkaya takılan çocuklara sinirlenen Ahmet abi kamyoneti birden durdurunca çocuklardan biri birden bire düşüp kamyonetin altına yuvarlanınca çocuğu göremeyen Ahmet abinin çocuğu ezdiğini düşünüp şoka girmiş. O şokla Ahmet abi kasaları yola fırlatmaya başlamış ve portakallar, yokuştan aşağı yuvarlanmaya ve sokaktaki çocuklar da portakalların peşinden koşmaya başlamışlar.


O sırada Ahmet abinin ezdiğini sandığı çocuk da kamyonetin altından çıkıp portakalların peşinden koşmaya başlamış. Ezdiğini sandığı çocuk birden canlanınca ikinci bir şoka giren Ahmet abi bütün portakalları yuvarlamaya başlamış ve bütün çocuklar da güle oynaya ve heyecanla portakalların peşinden koşmuşlar.


O günden sonra garipleşen Ahmet abi kamyoneti satıp yokuşun tepesindeki o zamanlar kimsenin almayacağı boş arsayı almış ve kendi gecekondusunu kondurmuş oraya bir hafta içinde. Kamyonet elden gidince halde bir kabzımalın yanına işe girmiş ve portakal mevsimi bitene kadar her akşam bir kilo portakalı yokuştan bırakıp çocukları koşturmuş peşinden. Mahalleli Deli Ahmet demiş ona ama kimseye zararı dokunmadığı için de bir şey yapmamışlar.


O yıldan sonra belediye yeni imar planı yapıp Ahmet abinin evi yol yapılmak üzere yıkılana kadar her portakal mevsimi geldiğinde Ahmet abi bu oyunu sürdürdü. Ahmet abinin evi yıkıldı, biz o mahalleden taşındık ama şimdi o günleri düşündüğümde her zaman Ahmet abi yokuşun tepesinden portakalları bırakıyor ve ben peşinden koşuyorum. Ruh hâlime göre bazen portakalı ilk kapan ben oluyorum, bazen yoldan geçen araba portakalı eziyor. Yıllar geçtikçe portakal yokuşunu o kadar çok özlüyorum ama bir yandan da her hatırlayışımda böyle bir sokakta büyüdüğüm için daha fazla şükrediyorum.