Yıllar sonra yine buradayım. Annem "Dikkat et! Lütfen dikkat et. Artık yetişkin bir kadınsın. O genç ve aptal kız değilsin," demişti. "Evet," demiştim sessizce. Telefonda konuşuyorduk ve aramızdaki gerilimi çok net hissediyordum. Babamın fotoğrafına gözüm takıldı. Derin bir nefes alıp annemi ikna etmeye başladım.


Babam hayattayken burada yaşardı. Yazları ve çoğu tatili yanında geçirirdim. Beni her zaman "özgür" olmakla ödüllendirirdi anneme göre. Arkadaşlarım, babamla olan sade yaşam, kendime ayırdığım uzun saatler... Her binaya Fransızca bir isim vererek Fransızca öğrendiğimi hatırlıyorum. Her şey tanıdık bir film gibi.


Soluma dönüp bakmaktan kendimi alamıyorum. Çakılıp kaldım. Rengarenk camekan beni içine çekiyor.

Babam öleli belki on seneden fazla oluyor. İlk flörtüm, ilk sevgilim, ilk seks deneyimim, ilk sarhoş olmam ergenliğim sonrasına burada yaşandı. Yine hovardalık yapma gibi bir düşüncem yok. Annemin dikkatini çektiği şey de buydu. O beni babamın hayaletinden korumak istiyor. Benim de içimde az da olsa babamı anmak, belki de yas tutmak var. Bilemiyorum Altan.


"Mezarına gitmeyeceğim. Buna hiç gerek yok," demiştim anneme. Toprak olan bir bedeni ziyaret etmek bana hep saçma gelir. Annemin bitmeyen kinine biraz su serpmek istemiştim. Babamı hâlâ kıskanıyor. Onsuz olmama üzülse de benim için her zaman önemli olduğunu biliyor ve buna tahammül edemiyor. Bitmeyen yaraları beni şu an bile yoruyor.


Buraya geleli neredeyse bir saat oluyor ve ben o camekan ve -ister istemez- babamın hayaletiyle sıkışmış durumdayım.


"O karşılaştığın adamlar kimdi Özge?"

Daldığım hayallerden beni çeken yeni müdürüm oldu. Buraya iş için gelmiştim ve bu adamla aramın bozuk olmaması için çaba göstermem gerekiyordu.

"Eski dostlar. Babam hayattayken burada yaşardı ve sık sık ziyaret ederdim onu."

"Başın sağ olsun. Zorlandığın bir an, bir isteğin olursa çekinmeden söyleyebilirsin."

Gülümsedim. Başka konular açılmaya çalışıldı hemen ama aklım bir yandan da yan taraftaydı.

"Özge'nin bu kadar flörtöz olduğunu bilmiyordum. Adamları gördüğündeki şaşkınlığı nasıldı ve konuşması nasıl değişti? Ve şimdi başka bir hedefe yönelmiş durumda," dedi Halit.

"Ya yapmayın arkadaşlar! Öyle biri olmadığımı biliyorsunuz."

Onları ikna etmemin ne kadar gereksiz olduğunu ve mühim de olmadığını biliyorum. Arada camekana bakıp ara sıra dükkandan çıkan agresif adama bakıyorum. Masadakiler güldü. İkisini uzun zamandır tanısam da kızarmaktan kendimi alamadım.

Bir şey yapmalıydım ve masaya gelen garsona sordum:

"Yanlış hatırlamıyorsam siz ve kardeşleriniz uzun zamandır burayı işletiyorsunuz."

"Evet," diye yanıtladı şaşkınlıkla.

"Karşıdaki adam ressam, değil mi?"

"Evet."

"Ve eşcinsel?"

"Aynen öyle hanımefendi."

"Teşekkürler."

Adam rızasını edip boş tabakları aldıktan sonra yanımızdan ayrıldı. İki dakika sonra elinde dört çay ile geri döndü. Ressam hâlâ gergindi. Öyle ki ben de gerilmiştim. Çayı içmeden bırakıp yanına gittim. Herhalde içinde bulunduğum ruh hali deli damarlarımı uyandırdı.


Dükkanın kapısına dayanıp kollarımı kavuşturdum. Onu izliyordum. Başta görmemezlikten geldi. Sonra dayanamayıp konuştu.

"Şu an bir müşteri ile uğraşamam. Aslında kimseyle uğraşamam. Özür diliyorum." Elindeki yapma çiçekleri kenara fırlattı. Tavuk kovalar gibi kovaladı beni.

"İyi misiniz diye sormaya gelmiştim."

"Değilim. Açıkça belli olmuyor mu? Tebessümünüze bakacak olursak dalga geçtiğinizi düşünüyorum. HAKSIZ MIYIM?"

"Oysa sizin için endişe edip şefkatle geldiğimi düşünüyorum."

"Şefkat? Tanımadığı birini düşünmek? Bunlar var olmamış şeyler. Meraklı bir insansınız. Ve sizinle uğraşmak istemiyorum."

"Şu tablo sevgilinize ait değil mi?"

"ESKİ. Eski sevgilime ait."

"Her yeri dağıttınız ama bir tek ona dokunmadınız. Ayrıca buradaki en muazzam parça da o."

"Sadece onu parçalamalıydım ama..."

Ağlamaya başladı. Ben de bunu istiyordum. Yanına gidip elini ellerimin arasına aldım. Biraz korkmuştum ileri gittiğim için ama ses etmedi. Bana da iyi geldi onun ağlaması garip bir şekilde. Ağlamak istiyorken onu ağlatmam vicdanımı sızlattı.

"Nereden anladınız?"

"Apaçık ortadaydı. Aynı zamanda bir ressamla büyüdüm."

"Gözlem yeteneğinizi ondan almışsınız."

"Evet. İyi gözlem yapardı."

"Öldü demek?"

"Öldü."

Taze müdürüm ve iş arkadaşlarım aklıma gelince ona neden burada olduğumu açıklayıp gitmek için izin istedim.

"Tanıştığımıza memnun oldum. İş görüşmeleri ve eğitim kısa sürdüğü takdirde tekrar uğramak isterim."

Numaramı aldı.

"Ben de. Geri geldiğinde resmini çizmek istiyorum."


Arkadaşlarım ve müdürüm ne yaptığımı sormadılar. Yorgunduk ve otele gitmek istiyorduk. Benimle uğraşmak istemediler belki de.

Odama çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra önümüzdeki günlerde giyeceğim kıyafetleri kuru temizlemeye verdim. Mümkün mertebe sabah elime geçmesini istedim. Her şeyi yerleştirdikten sonra yanımda getirdiğim çarşaf ve yastık kılıfını yatağa serdim. Duş aldım. Evrakları masaya bırakıp yalnız, pimpirikli ve huzursuz bir halde yatağa uzandım. İstemsizce ağladım.

Yeni bir iş modeli kulağa hoş geliyordu. Ama eğitim ayağı beni oldukça yordu. Dışarısı çok sıcaktı ve beni klima bile soğutmuyordu. Saatler süren eğitim sonunda işi nasıl öğrendim, ne zaman not ettim, önümüzdeki toplantıya dair fikirleri nasıl oluşturdum bilmiyorum. Başım çatlıyordu.


"Özge sahile gideceğiz. Gelir misin?"

"Öyle çok isterim ki..."

Yanımda getirdiğim iki kitaptan birini, -o piti piti yöntemi ile seçtim- havlumu, gözlüğümü alıp hızla giyindim. Bira, dondurma, sahil... Her şeyi denedim ama tüm bu güzel unsurlar bile beni rahatlatmıyordu. Kalabalık üzerime üzerime geliyordu. Her şey beni anlık oyalıyordu. Telefonum çaldı. Ressam arıyordu.

"Şimdi gelmezsen asla seni çizmeye başlayamam canım. Bekliyorum," dedi.


Çok konuşmuyor, ne çizdiğini göstermiyordu. Arada mola vermek istediği zaman konuşuyordu. Babam asla model kullanmaz hayal gücü motoru adını verdiği tekniği kullanırdı. Tek bildiğim sesimi çıkarmamaktı.

Birkaç gün böylece geçti. Sessizlik, başka şeyleri düşünmeme engel oluyordu. Tüm günün stresi orada çıkıyordu. Ressam ise şarabından yudumlar alarak nazik nazik çizimini yapıyordu. Yüzü ciddiydi. Bana nadir bakıyordu. Resmi görmeyi hiç istemedim ama merak da ediyordum. Onun beden dili resme bakmayı geçtim konuşmamı engelliyordu. Kendimi ona teslim ettim.


"Bu akşam yemek yiyelim mi? Benden bugünlük bu kadar. Kaç gündür senin yüzünle ilgileniyorum, biraz bu suratı konuşturalım."

"Şahane olur. Çok acıktım."

"Bakmak ister misin?"

"Evet," diye haykırdım.

Adam cidden işini biliyordu. Evet iyi bir ressam. Beni ilk gördüğü anı resmetmiş. Tek önemli detay vardı o da gözlerimden yansıyan kendi silueti. Beni mi yoksa kendini mi çizdi bilemiyorum. Çok beğenmiştim. Ona sarıldım.

"Ben senin bildiğin erkeklerden değilim," dedi.


Yemekten sonra birer kokteyl söyledik. Bana işte o zaman eski sevgilisinden bahsetti:

"Aslında yabancılara karşı kendimi anlatmakta iyi değilim. Ama tüm bu olanları neredeyse kimseyle paylaşmadım. Tek sığınabileceğim kişi sensin.


Onunla tanışmama bir arkadaşım vesile oldu. Hani şu kör randevu olayı. Duymuşsundur. Gay olmanın verdiği o baskıdan dolayı mutsuzdum. Çok yakın bir arkadaşım bu durumdan çok şikayetçiydi. Ona göre sevgi yumağı ve hareketli biriyken somurtkan şirin olup çıkmıştım. Nefret ediyordu bu durumdan. Sana bencilce gelebilir ama onun ne kadar dobra olduğunu ve sırf endişeyle hareket ettiğini ben biliyorum.

Randevu için çok heyecanlıyım. Uzun zamandır bir flörtüm olmamıştı. Kendimi her kötü şeye hazırladım. Hiç de gerekli değilmiş. En az benim kadar rahat bir adamdı ve bir süre sonra sevgili olduk.

İlişkimiz ilerlemez ve üzülürüm diye endişe edecek bir vaktim bile olmadı. İlerledi ve hem de en güzel şekilde. Elalem ne der, diye hiç kuşkuya düşmeden yaşamaya başladım. Bu özgürlüğü ilk defa tadıyordum. Bir sene çok hoş bir ilişkimiz oldu. Çocukken nasıl aile evinde güvende ve mutluysan öyle hissediyordum.

Derken! Derken, bir iş birliği için çalışmalara başladım. Beni gördüğün o galeriyi açacaktık. Adamın muazzam bağlantıları var ve beni müşteri derdinden kurtaracaktı. Elbette buraya taşınmamız gerekiyordu. Ben kariyeri seçmek isterken yaşamımdan olacaktım neredeyse. İşin garibi; o da buraya taşınmamı öneriyordu. Bu ayrılmamız demekti. İlk defa sevildiğimi hissediyordum. Hem kendi çıkarını hem de benim çıkarlarımı düşünüyordu. Dayanamadı ve benimle gelmeye karar verdi. Tüm düzenini bozup yeni bir düzen kurdu burada. Bizim için yalandan bir düğün bile düzenlediler. Hayatımız tekrardan rayına oturdu.

İki gün öncesine kadar iki yılımız burada mutlu geçti. Müşterilerin istediği o portreleri yapabiliyordum. Kimi kendi portleriydi kimi başkasının portresiydi. Bazen meşhur kişilerin portresi de isteniyordu benden ama o kadar zorlayıcı değildi. Sıkıcıydı. Sadece evcil hayvanlara tahammül edemiyordum.

Her çift gibi kavga ediyorduk. Ben portrelerden sıkıldıkça ona sarıyordum. O ise her köşeye sıkışınca buraya benim için geldiğini söyleyip bunu yüzüme vuruyordu. Son zamanlarda daha sık ve dayanılmaz bir hal almıştı bu. Beni aldattığını ve benden uzaklaştığını düşünüyordum. Meğer ailesinin maddi sıkıntısı varmış. Uzun zamandır içinde taşımış bunu ve benimle hiç paylaşmadı.

Sonunda tüm paramı alıp gitti. En güvendiğim kişi tarafından dolandırıldım. Ayrıca ortağıma karşı da mahcubum. Galeriyi büyük bir borca sokarak gitti. Neyseki ortağımın iyi avukatları var. Herhalde o olmasa borçlarımı ödemek için parkta resim yapıyor olurdum.


Düşünebiliyor musun? Sırf para için.

Benden istese vermez miydim?

Verirdim.

Ama o çalışıp kendi ihtiyacı olan parayı bulmak yerine beni keriz yerine koymayı seçti.

Sevdiğim, güldüğüm, elini tuttuğum kişi artık yok.

Onca emeğim, sevgim, anılarım boşa gitmedi. Lekelendi.

Yalandan da olsa evlenmiş olmanın acısı şuydu; verdiği sözü tutmaması.

Söz vermesi için evlenmiş olmamız şart değildi.

Sonsuza kadar birlikte olacaktık. Şimdi sonsuza kadar ayrı olacağız.

Tatillere çıkamayacağız.

Kavga edemeyeceğiz.

Sarılıp uyuyamayacağız.

Günün monoton anılarını sessizlik halinde paylaşamayacağız. Yemek yaparken benden yardım isterdi mesela. Sessizce yanına gider ve bir işin ucundan tutardım. Onunla yapılan yemekler her zaman farklıydı.

O oyun oynarken (güldü) ben arka odada çalışamayacağım.

Bir daha kucağına uzanıp kitap okuyamacağım.

Onun iş gezilerine gitmek zorunda kalmayacağım. Gitmek istemezdim ama tek uyumaktan da nefret ederdim. Mecburen gider ve işleri bitene kadar otelde pineklerdim.

Sabah onun sesiyle uyanamayacağım. Bana şarkılar yapılmayacak. İnanılır gibi değil! Sesini bile özleyeceğim.

Uyumadan önce muhabbet edebileceğim birini daha bulabilir miyim, bilmiyorum.

Kime gülebilirim?

Anca ona kin ve nefret duyabilirim."


Bir ay kadar sonra evime gelen portremi gördüğümde onu unutmuştum. O kısa dönemde yaşadıklarım, duyduğum acılar rüya gibi gelmişti. Akışa öyle kapılmıştım ki dostuma hemen bir mektup yazma isteği geldi. Çağ dışı bu isteği öyle uzun tuttum ki daha fazla yalnız hissetmesin.