Geç olsun güç olmasın; öncelikle, filmi yeni izleme fırsatı buldum. Filmde şey hissiyatı var biraz, hani böyle, dizilerde sezon finallerinden bir önceki bölümde kayda değer hiçbir şey olmaz ya, her şeyi son bölüme bırakırlar... öyle. Film iki saat yirmi dakika ve açıkçası izlemekten keyif aldığım zaman on beş dakikayı geçmez. Bu kategorideki incelemelerde genellikle filmler övülerek incelenir, ben ise tam tersini yapmak istiyorum. Secrets of Dumbledore’u (genellikle) gömerek inceleyeceğim. Herkese keyifli okumalar.


Bu Son Olsun Bu Son…

Rowling beş film yapmak istiyormuş bu hikaye üzerinden. Beş film! Seriyi bence bu filmle beraber kapatmalı ve bize tatlı tatlı o Grindelwald vs. Dumbledore düellosunu vermeliydi. Onun yerine, bu ikili filmde sadece iki sahnede yan yana geliyor. Filmin başında güzel güzel çay içiyorlar; hem duygusal hem heyecanlı bir sahne, sonunda ise ufak bir düello yapıyorlar, Grindelwald’un büyük planı ortaya çıkıyor ve bir anda uçup kaçıp ortalıktan kayboluyor. İlk büyük eleştirim sadece bu film için değil, genel olarak seriyi ilgilendiriyor. Şimdi bu seri çeşit çeşit canavarı aramakla mı alakalı yoksa dünyayı büyücü dünyasının Hitler’inden kurtarmakla mı alakalı... Yoksa her ikisi de mi? Çünkü başlığa bakınca birincisinin biraz daha ağır basması gerektiğini düşünüyorum.


Ha filmde canavar yok mu? Var. Film Newt Scamander’ın büyü dünyasının en kıymetli yaratıklarından birini kurtarmasıyla başlıyor. Qilin adı verilen Çin mitolojisinden gelen bu yaratık büyük bir öneme sahip. Neden? Bilmiyoruz. Söylenene göre insanın ruhuna dokunup onun içini okuyormuş iyi mi kötü mü diye. E güzel hikaye, peki bu zamana kadar neredeydi bu arkadaş? Bu kadar büyük öneme sahipse Newt neden tek başına gönderildi ya da neden genel olarak bu yaratık büyücüler tarafından özel bir koruma altında değil? Çünkü ilerleyen bölümlerde koskoca büyücü dünyasının liderini bu yaratık seçecekse ormanın içinde hiçbir koruma olmadan yaşaması bana biraz saçma geldi.


Johnny Depp vs. Mads Mikkelsen

Biraz filmin konusundan uzaklaşalım istedim; film hakkında belki de en çok konuşulan meseleden, Grindelwald rolündeki oyuncu değişikliğinden bahsedelim. İnsanların özel hayatlarından konuşmayalım. Warner Bros. Depp ile daha fazla çalışmak istememiş; haklı ya da haksızlar demeyeyim o yüzden. Mikkelsen’ın Grindelwald’u Depp’inkinden hiç de uzak değil bana sorarsanız. Depp kadar geniş sahnelere sahip olmasa da konuşma tarzı, sakinliği ve genel olarak verdiği o karakter hissiyatı sebebiyle ben gayet başarılı buldum. Rol değişimi ilk açıklandığında filmin genel fan kitlesi “Depp’in yerini tutmaz saçmalamayın,” kafasında olduğu için fazla ön yargılı yaklaştıklarını düşünüyorum. Eğer Mikkelsen ilk filmden beri Grindelwald rolünde olsaydı o da ikonik bir hale gelebilirdi. Özellikle Jude Law (Dumbledore) ile birlikte oynadıkları sahnelerdeki uyum bence gayet iyiydi. Tabii bu ikilinin arasındaki ilişkiyi Depp’in Grindelwald’u ile de izlemek güzel olabilirdi ama sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. 


Eski Günlerdeki Gibi

Son bir iş için ekibi bir araya topluyoruz, aynı eski günlerdeki gibi, klişesi girmiş filme. Newt ve kardeşi Theseus zaten cepte, bir önceki filmde geçmişini arayan Yusuf Kama Grindelwald’dan kardeşinin ölümünün intikamını alma peşinde, Jacob Kowalski bildiğimiz Kowalski araya güzel mesajlar sıkıştırsın diye, ha, bir de bu sefer eline asa vermişler. Neden? Bilmem, fragmanda güzel gözükür falan diye herhalde... Önceki filmlerde pek gündeme gelmeyen Newt’ün asistanı Bunty (ki bu filmde neredeyse olayı çözen kişi oluyor) ve son olarak da Hogwarts’ın Amerikan versiyonu Ilvermony’de öğretmenlik yapan Lally Hicks. Ekip trende Dumbledore’la buluşur ve birlikte Almanya’ya doğru yola çıkarlar. Bu sırada Dumbledore planından bahseder. Plan ise hiçbir planın olmaması, her şeyin spontane bir şekilde ilerlemesidir. Neden? Çünkü Grindelwald Qilin yavrusunu ele geçirdiği için artık gelecekten “parçalar” görebiliyormuş.


Bu film de karakterlere bir derinlik kazandırmak açısından çok başarısız geldi bana. Newt hala sağda solda canavar peşinde, önceki iki filmin en önemli karakterlerinden başrolün sevdiği kadın Tina sadece son sahnede ortaya çıkıyor. Ne diyorlar biliyor musunuz? Tina ikinci filmden sonra terfi almış ve Amerikan seherbazlarının başına geçmiş, o yüzden çok yoğunmuş. Yahu madem bu kadar önemli bir mevki sahibi olmuş, neden dünyayı kurtaracak olan ekibin içinde değil? Dünyayı Grindelwald’dan kurtarmaktan daha önemli bir mesele mi var? Olmaz çok meşgulüm, mü demiş bu kadın anlamadım ki... Ha, bir de biricik kız kardeşinin kötü tarafa geçmesi mevzusu var; hani ekibe katılmak için kişisel bir sebebi de var... Ama yok işte rol yazmamışlar, ne yapalım.


İçine ettikleri bir diğer karakter ise Credence / Aurelius Dumbledore. Belki serinin en ilginç olabilecek, en potansiyelli karakterini, “Albus Dumbledore’u öldüreceğim, onlar beni çocukken terk etti, ühü ühü,” moduna sokmuşlar. Bir de film boyunca sürekli zamanının az kaldığı ve yakında öleceği söyleniyor. Yine büyük ihtimal çok güçlü bir sihirli güce sahip olduğu için onu kontrol edememesi yüzünden. En sonunda da abi, Albus’un yeğeni olsun bu, oradan bağlarız bir şekilde, demişler. Dediğim gibi bana harcanmış potansiyel olarak geldi; özellikle önceki filmlerdeki gücüne kıyasla hiçbir kişilik özelliği kalmamış, figürandan hallice bir rolü var.


Grindelwald bu süre içinde hala dünyayı ele geçirmemiş. E neyi bekliyor bu adam abi? Voldemort gibi güçten düşme durumu da yok hani yeniden güçlenmeyi bekliyor, yanına adam topluyor vs. diyelim... Dünyanın en güçlü iki büyücüsünden biri; işte burada devreye Albus’la birbirlerine verdikleri “zararsızlık” sözü giriyor. Bu “blood pact” mevzusunun seri başından her fırsatta ortaya atılması artık bana sıkıcı gelmeye başlamıştı. Neyse ki sonunda bir şekilde kırıldı da artık bir sonraki filmde o efsanevi düelloyu izleyebileceğiz.


Büyü Dünyasında Demokrasi

Harry Potter serisinden ve önceki filmlerden de bildiğimiz kadarıyla büyücülerin dünyası bir acayip. Sihir Bakanı diye bir makam olduğunu biliyorduk. Dünyadaki her ülkenin bir sihir bakanı varmış. Bunlar bir araya gelip periyodik olarak kendi aralarında bir “supreme leader” seçimi gerçekleştiriyorlar. Filmdeki atmosfer bu konuda seyirciye neredeyse hiçbir şey anlatmıyor. Adayların sadece ismini biliyoruz; gerisini tahmin mi edeceğiz? Üzerine bir de Grindelwald’un suçlarını affedip lider olarak aday göstermesinler mi... Galiba büyücü dünyasında da politika gerçekteki gibi işliyor, bir şekilde popülariteyi yakalayan misyonuna bakılmaksızın başa geçirilmek isteniyor. Grindelwald’un pislik bir suçludan geleceğin kurtarıcısına dönüşmesi filmde o kadar çabuk oluyor ki kimse nedenini anlamıyor. E kötüydü abi bu adam, daha geçen film Paris’i altüst etti hatırlasanıza... Ondan önce zaten hapisteydi. Tekrardan mahkûm edeceklerine adama gel başımıza geç diyorlar. Ha bir de Grindelwald’un bütün büyücü dünyasını kandırması var. Şu mistik yaratık vardı ya; onu önce öldürdü, sonra diriltti, bir şeyler yaptı ve onu kendine bağladı. Bu olayı koskoca büyücülerden kimse mi anlamadı ya da bu hayvana bu kadar güvenmeleri ne kadar mantıklı? Grindelwald o kadar mı zeki? Yani kimsenin aklına dahi gelmemiş mi seçime hile karıştırabileceği? Ki bu adam yıllardır aranan, zamanında hapisten kaçmış bir suçlu. Yani karakterlerimizin olayı çözmesini o kadar istemişler ki senaryoda diğer bütün büyücüleri aptal yerine koymuşlar. Ya da bana öyle geldi.


Sonuç

Film üçlemenin en kötü filmi, yakın bile değil. İzleyip de ben en çok bunu beğendim diyen çıkacağını sanmıyorum. Seride potansiyeli olan konular yerine olayları çok saçma yerlere çekmişler. Yani açıkçası ben Tina’yı görmek isterdim, Credence’ın gücünün o yıkıcılığını göstermesini isterdim, Dumbledore’un biraz daha fazla olayların içinde olmasını isterdim. Ha bir de, Newt film boyunca bir şey yaptı mı? Yengeç dansı dışında.