Prodikos


Prodikos hakkında çok fazla şey bilinmemektedir. Onun yaşamı hakkında bilinen Keoslu olduğu ve İ.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olduğudur. Erken dönem sofistlerinin sonuncu filozoflarındandır. Fakat ünü esas olarak onun filozofluğuna dayanmaz. Başarısı daha çok dil alanındadır. Dilin (ve terimlerin) dikkatli kullanılması gerektiği hakkında çalışmalar yapmıştır. Haklı olarak biz, sofistlerde gramer üzerine çalışma yapan filozof sözünü duyduğumuzda aklımıza ilkin Protagoras'ı aklımıza getiririz. Çünkü Platon bize Yunan dilinin gramerinin temellerini atan filozofun Protagoras olduğunu söyler; kelimeler, cinsler, kipler hakkında çalışmıştır (dilek, emir, soru vb.). Fakat elbette onunla son bulacak demek değildir bu. Prodikos, bu çalışmaları devam ettirmiştir ve ek olarak birbirine benzer anlamlar taşıyan kelimeleri birbirinden ayrıştırmaya çalıştığı da bilinmektedir.


Onun eserleri hakkında da çok şey bilmiyoruz. İnsan Doğası Üzerine adlı bir eser yazdığı söylenegelir. Platon ise, Şölen'de belirttiği üzere, onun Herakles'in Seçimi adlı bir eser yazdığını söyler.


Bütün bunlar onu bizim önümüze bir filozof olarak çıkarmaz. Onun birbirinden ilginç iki felsefi görüşü vardır. Prodikos, sofistleri ne tam bir filozof olarak görür ne de tam bir hitabetçi olarak. Daha çok bunların tam ortasında bir yerde ikamet ettiği görüşündedir. Bunu ilginç kılan iki husus vardır: Sofistler sosyal alanda devrim yaratan felsefi görüşlerin Yunan dünyasındaki başlatıcısıdır. Sofistlere gelene kadar faydasal ve sosyal alandaki bir bilgiden çok, bilmek için bilmek türünden bir bilgi peşinde koşulurdu. Filozoflar gözlerini sofistlerle birlikte kültürel alana çevirmiş ve ilk defa net ve derinlikli bir biçimde insan ve onun doğası hakkında düşünülmüştür. Bu anlamda sofistler, aslında felsefe tarihinde ilerlemeyi sağlayan filozoflardır. Diğer bir husussa şudur: Prodikos'tan hemen önce gelen erken dönem sofisti olan Gorgias, retoriki olabilecek en tepe seviyeye yükseltmiş ve felsefenin tamamıyla değersiz ve işe yaramaz olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Prodikos'un ise bu iki husustan uzak durduğunu görüyoruz. Prodikos'u önemli kılan bir başka görüş daha vardır. Bu onun tam anlamıyla bir sofist olduğunu gösterir bize. Çünkü gözünü insana doğru çevirerek insandan hareketle bir görüş ortaya atmaktadır. Bu görüş ise insanların kendisine fayda sağlayan, işe yarar şeyleri tanrılar olarak adlandırdıkları düşüncesidir:


"Güneş, Ay, ırmaklar ve kaynaklar ve genel olarak hayatımıza yardımı dokunan ne varsa faydaları yüzünden, Mısırlılarda Nil gibi, eskilere Tanrı olarak görünmüşler ve bunun için ekmeğe Demeter, şaraba Dionizos, suya Poseidon, ateşe Hephaistos gözüyle bakılmış ve bu, işe yarayan şeylerin her biri için böyle olmuştur."


Bu kısmı tarihsel bir perspektiften bakmalıyız. Çünkü Prodikos burada çok modern bir düşüncenin temelini atmak üzeredir: Antropomorfizm -eşdeyişle insanbiçimcilik. Bu düşünce Orta Çağ'da farklı biçimde, Modern Çağ'da farklı biçimlerde dile gelmiş ve 19. yüzyılda ünlü olarak Feuerbach ile birlikte zirveye ulaşmıştır. Buna göre antropomorfizm, bizim insani nitelikleri kendimizden soyutlama yetimiz sayesinde alıp onu sonsuzlaştırarak, daha doğrusu tanrısallaştırarak kendi zihnimizde bir çeşit Tanrı yarattığımızdır. Dolayısıyla Tanrı insanı yaratmıyor, tam tersine insan kendi zihinsel yetenekleriyle onu yaratıyor, böyle bir ürün ortaya koyuyor ve sonuç olarak zihinsel bir yabancılaşmaya neden oluyordu. Prodikos'un söyledikleri bu düşüncenin yanında elbette ilkel kalıyor. Fakat biz buna tarihsel bir gözle bakmamız gerektiğini söylemiştik. Böyle yaparsak Prodikos'un insanbiçimci görüşün temellerini habersiz olarak ortaya attığını ileri sürebiliriz.



Hippias


Elisli sofist Hippias, Prodikos'un çağdaşıdır. O da İsa Öncesi 5. yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Ona birçok eser izafe edilmiştir. Fakat söz konusu eserlerin hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Hippias'ın adını ve düşüncelerini neredeyse her Sokrates öncesi filozofta olduğu gibi Platon sayesinde biliriz. Platon'un iki eserinde Hippias'ın adı geçer ve yine Platon'un Protagoras'un diyaloğunda karşımıza çıkar. Fakat hiçbir yerde onu önemli bir düşünür olarak betimlenirken görmeyiz. Ona atfedilen diğer bir şey ise "dairenin dörtgenleştirilmesi" teoremidir. Neoplatonculuğun önemli isimlerinden olan Proclos, onun bu teoremi ortaya atan ilk kişi olduğunu söylemektedir. Fakat bunu nasıl kanıtladığını anlattığı kısmı bizi ilgilendirmiyor.


Hippias'ı bir filozof olarak önemli kılan şey tüm bunların dışındadır. O, kendisinden sonra gelecek olan sofistlerin ve diğer filozofların etkileneceği belli başlı görüşleri ortaya atmıştır: doğanın ve yasanın uyumu ve zıtlığı. Ondan sonra gelen filozoflar bu kuramdan etkilenerek insanın üzerine daha geniş bir çapta yoğunlaşacak ve siyasi ve ahlaki fikirler ortaya atacaktır. Demek ki Hippias, felsefe tarihinde bazı düşüncelerin temelini ortaya atmış bir kişilik olarak karşımıza çıkar, tıpkı Prodikos gibi.


Hippias'a göre tüm insanlar arasında bir çeşit yakınlık, benzerlik vardır üstelik bunların ikisi de tamamen doğal olarak böyledir, yani yapay şeyler değildir. Fakat yine ona göre yasalar hakkında aynı şeyleri söyleyemeyiz. Yasalar tamamen yapay ve doğal olandan uzak şeylerdir. Hippias buradan şu sonucu çıkarır: Yasalar bu doğallığı kabul etmez, ona karşı direnir:


"Doğada benzer benzerin akrabasıdır. Ama insanların tiranı olan yasa, doğayı bile zorun altına almak ister."


Hippias yukarıdaki pasajdan da anlaşılacağı üzere yasaları "doğaya aykırı" olarak adlandırır. Fakat şaşırtıcı biçimde onları mahkum etmek istemez. Eğer koşullar insanlar için mükemmel bir durumdaysa, sadece bu şartla, yasaların faydalı ve iyi olacağı görüşündedir. Tanrılara saygı, zinadan kaçmak gibi şeyler ise yasalar veya gelenekler değildir, doğal şeylerdir.



Antiphon


Geç dönem sofistlerin başını çeken Antiphon, diğer iki filozof gibi İ.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Dönemin kültür merkezi ve dahiler cenneti olan Atinalı filozof din, ahlak, yasaların kaynağı gibi konularda "tehlikeli" diyebileceğimiz görüşleri ortaya atmıştır. Hakikat Üzerine adlı eseri vardır ve bir kısmı günümüze ulaşmıştır. Onun aynı zamanda Uyum Üzerine, Devlet Üzerine adlı kitapları ve rüya yorumlamayı konu alan bir kitap yazmış olduğu söylenir. Siyasi kitaplarının yanı sıra Acıdan Kurtulma Sanatı diye bir kitap da yazmış olduğu fikri bugün yaygındır.


Antiphon, dönemi için yepyeni bir kişiliktir. Yunan dünyasında karşımıza çıkan gerçek bir dünya vatandaşıdır, diğer bir deyişle kozmopolittir. O, bu konuda Prodikos'tan etkilenmiş gibi görünüyor çünkü onun tüm insanların doğa bakımından birbirine benzer olduğu görüşünü devam ettirir. Bu bir bakıma insanların doğal olarak eşit olduğunu fakat bunun doğal olmayan yollar yüzünden bozulduğunu söylemektir. Antiphon ise bunu devam ettirerek çok cesurca bir şey yapar kendi dönemi adına: Yunan olanlarla Yunan olmayan arasında hiçbir derece farkı yoktur ve birbirlerine eşittirler. Bu her bakımdan devrimci bir felsefedir ve hatta bunun günümüz için bile böyle olduğunu kabul etmekte hiçbir sakınca yoktur. Yine de belirtmeden geçmeyelim, bu eşitlik hususunun kadınlar ve erkekler arasında ne kadar var olduğunu Antiphon'dan net bir biçimde duymamaktayız. Fakat bir bakıma bunun kapılarını açacak olan düşünür olduğu kesindir. Antiphon sadece millet olarak bir eşitlikten söz etmiyor bize, aynı zamanda siyasi bir durum da söz konusu burada. Soylu olanlarla soylu olmayanların da eşitliği buna dahildir. Eğer hiçbirimizin başkasından bir farkı yoksa neden bazı sınıfları üstün kabul etmek zorundayız? Neden bazılarımızın mülkü diğerlerinden daha fazla olmak zorunda? Kim, ne kadar yüce bir şey yapıyor ki azınlıklar "daha iyi bir yaşamı" hak ediyor olsun? Bugün bu soruları hâlâ daha sormamız gerektiği açıktır: Bizim başkasından daha mutlu ve rahat yaşama hakkımız nereden gelmekte ve buna kim hangi hakla karar vermektedir?


Antiphon, duraksamamış ve bu soruları da kendine sormuştur: Doğal olarak bir tehlike söz konusu değilse tüm bu eşitsizliğin sebebi ne olabilir? Herkesin de aklına gelebileceği gibi bunun başlıca sebepleri doğal olmayan şeylerdir: gelenekler, yasalar... Antiphon ile birlikte doğa ve yasa ayrımının çok daha derinleştiğini görüyoruz:


"Yasaların buyrukları insana yapay olarak kabul ettirilir. Oysa doğanın buyrukları zorlayıcıdır. Yine yasaların buyrukları rıza ile, uylaşım ile [sonradan] kararlaştırılır. Ama doğanın buyrukları rıza veya uylaşım değildir, doğaldır."


"Yasayı ihlal eden kişinin yaptığı şeyi, yasa üzerinde uylaşmış olan kişiler bilmezlerse o kişi utanç ve cezadan kurtulur. Ancak kaynağı doğada bulunan yasalardan herhangi birini ihlal eden kişinin yaptığı şey insanlar tarafından bilinmese de kötüdür ve bu kötülük onların bilinmesi ile daha kötü olmaz. Çünkü burada ortaya çıkan zarar gerçek olan zarardır. [...] yasaların belirlediği şeyler doğaya köstektir, doğanın belirledikleri ise özgürdür."


Antiphon, sadece bunlarla sınırlı kalan bir düşünür değildir. Adaletin ve yasaların tanrısal kaynaklı olup olmadığı hususunda da birtakım gerçekçi görüşleri vardır. Bilindiği gibi Yunanlılar diğer ülkelere kapalı bir ulus değildi. Daima savaş ve ticaret hayatı, onları yoğun bir kültür alışverişine götürüyordu. Bu da onların düşüncelerinde bir evrensellik veya fikirlerinde evrensel olma çabası yaratıyordu. Antiphon da bundan nasibini almış biridir. O da yasaların her yerde aynı olmadığını, kültürel farklılıkların bulunduğunu belli ki deneyimlemişti. Eğer böyle bir farklılık varsa, gelenekler ve adetler değişkense ve bir yerde iyiymiş gibi görünen yasa başka bir yerde kötüymüş gibi kabul ediliyorsa burada ne tür bir evrensellik aranabilir? Ya da daha doğrusu kaynağın tanrısal bir kaynak olduğunu nasıl ve ne cüretle savunabiliriz: "adalet her yerde aynı değildir, ama doğa her yerde aynıdır."


Antiphon'un bu düşünceleri hem kendi zamanı için hem de kısmen bizim zamanımız için devrimcidir. O bu sözleriyle kendinden önce gelen aristokrat filozofları bir kenara iter ve onların siyasi görüşlerini çürütür. Antiphon, hitabeti yücelten Gorgias'a da karşı çıkar. Hitabet nasıl olur da iyi bir amacın aracı hâline gelebilir ki? Çünkü retorik, iyiyle kötüye, yasaya uyanla uymayana aynı imkanı sağlar ve davada hangi taraf bu imkanı daha iyi kullanırsa haklı duruma çıkar, o kişi aslında haksız olsa da. Demek ki hitabet, çoğu zaman kötü ve suçlu kişilerin yararına da bir şey olabilmektedir. Filozofun bu fikirleri daha sonra Yunan dünyasının büyük filozoflarının da dikkatini çekecektir ve retoriğe yapılan eleştiriler zenginleşecektir.



Kallikles


Yazımızın son sofisti olan Kallikles, önceki üç filozoftan da çok ayrı bir yerdedir; onlarım tam zıttıdır, karşısındadır. Diğer filozofların iyilik, eşitlik, evrensellik, doğallık mefhumlarını bir kenara atar. Ona göre bunların hiçbiri doğru değildir. Ne tam olarak doğallık ne de tam olarak bir iyilik ve eşitlikten bahsedilebilir. Kallikles'e göre kötü koşullar da iyi koşullar da aynı değere, adalete, kaynağa ve evrenselliğe sahiptir. Yani biz şu yüzden iyi bir dünyadan uzağız, doğal olan gerçek kılınsaydı ve tüm sahte yasalar olmasaydı daha iyi bir durumda olurduk ve bu da tamamen doğal bir şey olurdu, düşüncesini reddeder ve mevut kötü koşulları da adil bir durum olarak değerlendirir. Kallikles sadece bununla da onlardan ayrılmaz. Yasaların insanları sadece bozduğu düşüncesi yerine, yasaları korkakların ve zayıfların yarattığı bir şey olarak düşünür. Zayıf ve doğal olarak aşağı konumda olan çoğunluk, yasalarla eşitliği yüceltirler ve kendilerini haksızken haklı duruma yükseltecek birtakım palavralar uydururlar. Adına düzen (yasa) denilen bu şeylerle de gerçekten yüce ve kuvvetli olanlardan hem korunmanın yollarını bulurlar hem de onları korkutmanın bir yolunu. Bu sayede doğal olarak üstün olan soylular mevcut konumu kaybeder ve ayaktakımı onların seviyesine yaklaşmış olur. Tüm bunlar Kallikles'in istemediği şeylerdir. Ona göre ayaktakımı kendisine verilenden daha çoğunu istememeli, yerini bilmeli ve elindekilerle yetinmelidir çünkü ona göre doğa bakımından adil olan tek bir şey vardır: güçlünün zayıftan üstün olması ve daha varlıklı olması ve bunun böylece kabul edilmesi. Kalliklesin'in felsefesinin bize Nietzsche'nin üstün insanını (übermensch) çağrıştırdığını düşünmek yersiz olmaz. O da Nietzsche kadar ateşlidir, yüce olana hayranlık besler ve sıradan insanları küçümser.


Kallikles'i farklı kılan bir diğer husus onun toplum öncesi ve toplum sonrası diye insanı ikiye ayırmasıdır. Ona göre iki türlüsü de doğaldır. Çünkü o insanın toplumsal bir varlık olduğu kanaatindedir. Dolayısıyla ayaktakımının soyluların yerini alma çabası da doğal ve adil bir şeydir. Kallikles elbette zayıfların güçlüleri devirmesini hoş karşılayan bir filozof olarak görünmemektedir fakat felsefesinde onların bu yaptığının son derece normal, çünkü adil ve doğal olduğunu düşünür. İnsan toplumsaldır ve toplumla birlikte hareket eder, onların kendilerini sömürmek isteyenleri, kendileri üzerinden zenginleşmek isteyenleri devirme hayallerine şaşırmamak gerekir.


Kallikles'in karşı çıktığı bir diğer filozof Sokrates'tir. Bilindiği gibi Sokrates idam edilmeden önce "kötülük yapmaktansa kötülüğe uğramanın daha adil olduğunu" söylemiştir. Kallikles bunu aptalca bulur. Akla ve tecrübelerimize ve hatta insan doğasına aykırı bir şey olarak kabul eder. Çünkü aklı başında olan her insan kötülüğe uğramaktan kaçınır. İnsan doğası gereği özgür olmak ister ve daha güçlü olmak ister. Kim neden ölümü iyi ve güçlü bir yaşama tercih etsin ki? Demek ki insanın hapse girmektense veya ölmektense bunlardan kaçınmak için insanın kötülük yapacağını düşünmenin daha normal olduğunu hatta böyle yapması gerektiğini kabul etmeliyiz. Kallikles'in şu pasajına dikkat edelim ve onun insanı nasıl tasvir ettiğine daha yakından tanık olalım:


"Doğaya göre güzel ve doğrunun ne olduğunu açıkça sana söyleyeyim: Doğru yaşayacak olanın hırslarını alabildiğine büyümek için salıvermesi, onlara gem vurmaması, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, en olgun hâle geldiklerinde cesaret ve akıllılık vasıtasıyla içinde doğan her arzuyu gerçekleştirmesi gerekir. Bolluk içinde yaşama, dilediğini yapma, özgürlük... işte erdem de bahtlılık da budur. Geri kalan ise yalnızca güzel düşünceler, doğaya aykırı kurallar, saçma ve boş şeylerdir."


Bir kez daha burada Kallikles'in bize Nietzsche'yi çağrıştırdığını görüyoruz. Pasajdan çıkan sonuç şudur: üstün olan insan, her türlü ahlaki kaygıdan muaftır, muaf olandır. O sonsuz arzusunun peşinden giden, iyiyi veya kötüyü dert edinmeyen, kendisini çekinmeden gerçek kılandır.