İmparator Shennong'un aaağzına layık olan çay artık proletaryanın sınıfsal kimliğini açığa vuran bir simge haline gelmiştir. Çünkü, proleter çay içer. Ona reva görülen çaydır. Çalışma saatinin dizaynı dahi ''çay içimi'' üzerinden şekillendirilmektedir: çay molası! Türkiye burjuvazisi işçi sınıfına cebren olmasa bile mecburen çay içirmektedir. Bu çay teşviki çok pragmatik bir tavırdır burjuva adına. Çünkü çay, içerdiği zengin flavonoidlerle antioksidan işlevi görmektedir. Flavonoidler, polifenolik maddeler olup in vivo ve in vitro olarak güçlü antioksidan özellikler gösterdikleri bilinmektedir. Ayrıca çay polifenollerinin bakteri öldürücü ve bakterinin büyümesini engelleyici özellikleri vardır. Böylelikle ne kadar kötü çalışma şartlarında emeğini iş verene satıyor olsa bile proleterin sağlığını onun farkında olmamasına rağmen yukarıdan inmeci biyopolitik bir tavırla organize ediliyor demektir. 

     

Buna ilaveten, siyah çayda bulunan L- theanine aminoasiti, stres hormonu olan kortizolu düşürür. L-theanine, beyindeki glutamat reseptörlerindeki uyarıcı uyaranları engelleyerek, rahatlatıcı nörotransmitter GABA’nın üretimini uyararak kaygıyı azaltır. Ancak reçeteli anti-anksiyete ilaçlarının aksine, L-theanine, uyuşukluğa neden olmadan veya motor davranışları bozmadan stresi azaltır. Serotonin ve dopamin düzeyini yükseltir ki bu kimyasallar, iyi hissetme hali, uyku, iştah, enerji ve bilişsel becerileri düzenlemede etkilidir. Böylelikle çay tüketmeye mahkum edilmiş proleter için belirgin bir bilişsel iyileştirme durumu sağlanmıştır. Suni bir şekilde, gereksiz bir iyi hissetme hali sağlanarak proletarya uyutulmaktadır görüldüğü üzere. Bu bağlamda çay bir kitle uyutum aracıdır. Çay ile varlığını sürdüren bir illüzyon... Üretim araçlarını elinde bulunduranlar tarafından iş saati içerisinde maksimum emek sömürüsünü sağlamak adına içim alışkanlıklarına müdahale ile işçi sınıfına düzenlenmiş bir saldırıdır. Bunların hepsi tesadüf olamaz... 


Evet, görüldüğü üzere bu adaletsiz gelir dağılımı ve emeğin değersizleştirilmesinin altında yatan en büyük nedenlerden birisi proleter sınıfın bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde düzenli olarak çay tüketmesinden kaynaklanmaktadır. Çay tüketerek sermaye sahiplerinin biyopolitik oyunlarına alet olmakta emekçiler.

Bahsinde bulunduğumuz üzere çayın emekçiler üzerinde bedensel ve zihinsel tesirleri mevcuttur. Bu tesirlerin hepsi de işverenin avantajınadır. Sömürmek için kaygısız, stressiz ve bedenen diri yığınlar olarak görünmektedir burjuvanın gözünde proletarya. Fenomenolojik dünyamızda bile içeceksel sınıf farkındalığını dayatmaktadır güç odakları. Patronlar viski, patrona yakın ofis çalışanı beyaz yakalar kahve, sömürülen emekçiler ise çay içer! Bu, adı konmamış bir kuraldır. Tüm yazılı ve görsel medya organları insanlığa bu içecek farkındalığını pompalamaktadır. 

     

Şimdi ise tezimizin sağlamasını yapalım. En çok çay üreten ve tüketen ülke, köleliğin gayriresmî olarak uygulandığı Çin'dir! Reifikasyona/yabancılaşma herozyonuna uğramış insanımsı yüz milyonların memleketi! 2017'de Çin'de düzenlenen Uluslararası Çay Kongresi verilerine göre, çay üretiminde 2.270 milyon, tüketiminde ise 1.8 milyon tonla Çin birinci sıradadır. Bu istatistiki veriler bizlere şunu gösteriyor ki tüm işçi sınıfının birleşip zincirlerinden başka kaybedecek başka bir kutsalı daha vardır: çay! İşçi sınıfı ne zaman ki çay bardaklarından yüz çevirip bedenen ve ruhen asli hüviyetine kavuşur, işte o zaman müstakbel bir devrimden bahsedilebilir.