Henüz ikinci sınıftaki bir psikoloji öğrencisi olarak, önünde sonunda dönüşmeyi istemediğim şeylerin başında "psikolog gibi konuşan biri olmak" gelir. Daha önce hiç sosyal medyanızda, aşağı yukarı kaydırırken savsakça hazırlanmış psikoloji içeriklerine denk geldiniz mi? Milyonlarcası olmasına rağmen, anksiyete belirtilerini -diğer tüm içerik üreticilerinin de yapmış olduğu gibi- havaya parmak göstererek, parlak bir renk ile yazarlar. Siz de "Aha! Ben de bunların hepsi var. En iyisi takip edeyim!" dersiniz. Gel zaman git zaman, içerik üreticisi psikolog arkadaşımız deneyimlendikçe daha farklı sunum teknikleri keşfetmeye başlar ve karşılaşırsınız o "psikoloji okudum" ses tonu ile. Danışanları ile olan seanslarını uzatmak için, yavaş konuşa konuşa bir alışkanlık edinmişlerdir sanki. Mimiksizdirler ki bu da herhalde yüzlerine bakarken dalıp konuşanları dinleyemeyin diye, ne derseniz annenizden, babanızdan ve çeşitli komplekslerden bahsederler. Kullandığınız kelimelerden, cinselliğe bakışınızla ilgili saptamalar yaparlar. Bu da herhalde konuşmadan önce uzun uzun düşünüp değerli dakikalarınızı eritin diye, ortaya çıkarılmış.


Ancak bu çift yönlü bir bıçak. Bir vakit sonra bu gözlem ve yorumlarında o kadar otomatikleşirler ki, insaniyetleri gözlemin ve psikanalitiğin potasında eriyip kaybolur. Bir robota dönüşürler, belki de tam da bu yüzden psikolog gibi konuşurlar. Sonuçta odadaki aslanı bir kez gördüyseniz, başınızı bir daha çeviremezsiniz. Doğru çıkarımlar yapan sıradan psikolog, bir tanrı kompleksine girme gafletine düşebilir ve bir tanrı hata yapmayacağı için, yanlış çıkarımlar yapmayı bir yenilgi olarak varsayacaktır. Bu da deneyci yanlılığına sebep olacaktır. Çünkü her hasta, danışan -PR için hangisi uygunsa- bir deneydir temelde. En azından bir uzmanın ofisinde öyle olursunuz; bir denek, belli uyaranlar (terapiler) karşısında ortaya koyacağı tepkilerin incelendiği, gözlendiği canlı.


Ancak dediğim gibi, bu çift yönlü bir bıçak. Eğer mutsuz insanların aklına bile gelmeyen sorunlarının varlığını işaret eden bir dedektifseniz, ofisinizden çıkıp arabanıza atladığınızda, paltonuzu ofiste unutmazsınız. O palto hep üzerinizdedir. Eşinizin ufak bir bakışında, dostlarınızın sözlerinde, ailenizde haddinden çok şey görmeye başlarsınız ve bunlar bilmek istemediğiniz şeylerdir çünkü ofisteki gibi konuşamazsınız bunlarla. "Psikolog gibi konuşma" derler çünkü size. Belki de "psikolog gibi bakma" demelidirler. Ancak bu düşünmeyi durdurmaya çalışmak gibi komik bir girişim olur ki psikologlar bunun mümkün olmadığını sosyal medyadaki gönderilerinde sık sık anlatırlar. Peki bunun çözümü ne? İkinci sınıfta, staj bile görmemiş bir öğrencinin buna ne gibi bir çözümü olabilir?


Bence bunun yegane çözümü danışanları ya bir meta olarak kabullenmek ya da kabullenmemektir. Onlar sizin müşterileriniz mi yoksa yardımcı olduğunuz insanlar mı? Buna karar vermelisiniz. Her ne kadar bir hizmet sunulsa ve karşılığında para kazanılsa da, müşteri olarak bakmak kulağa pek etik gelmeyebilir. Ancak bu kadar ufak bir şeyin etikliğini sorguluyorsanız şunu düşünmenizi de öneririm; bir psikolog, insanlar ruhsal problemler çektiği müddetçe vardır. Bir psikolog, hayatını kazanmak için birilerinin hüznüne ihtiyaç duyar. Yani hayatını bu işten kazanan herkes, birilerinin ruhsal sıkıntılar yaşamasına muhtaçtır. Bu bağlamda, yüksek kredi borçları olan bir psikoloğun, kimsenin bir kliniğe uğrayacak kadar mutsuzlaşmadığı bir ütopyayı, elinin tersiyle itmesi işten bile değildir.


Eğer psikolog gibi konuşan biri olsaydım, "Bilinçaltında insanların hasta olmasını arzular." da diyebilirdim.


Ancak yine de onları müşteri gibi görürseniz bu sizi kötü bir psikolog yapabilir, çünkü o zaman seansı uzatmak için yavaş konuşursunuz. Müşterinizin zihninde, devasa değirmenler inşa eder ve onlarla savaşmaya zorlarsınız. Bitmek bilmeyen bir mücadeleye sokarsınız onları. Daha fazla müşteri için onları önemsiyor gibi davranır, sahte gülücükler saçarak insanları kendinize çekmeye çalışırsınız. Hem de bunun farkına bile varmazsınız.


O zaman onları, bir iyilik meleğinin şefkatiyle kucakladığımız yaralı ruhlar olarak mı görmeliyiz? Danışanınız 1 saatlik seansı 4 saate uzatıp 1 saatlik ücret ödediğinde, onu dışarı çıkartmak terapiyi yönetmekten daha zorlaştığında ve parmak uçlarınıza kadar strese battığınızda, sizi şefkatle kucaklayacak bir iyilik meleğiniz varsa belki işe yarayabilir. Eğer onları yardımcı olduğunuz insanlar olarak görürseniz (ki hepiniz yola böyle çıkacaksınız) işinizden nefret edeceksiniz, yorulacaksınız, ortada idealist bir yaklaşımınız kalmayana kadar karşınızdaki insanlar tarafından sömürüleceksiniz. Stanford Hapishane Deneyi de buna benzer bir sonuç çıkartmıştı. Karşısındaki mahkumların aciz rolüne girdiğini gören gardiyanlar, onlara acizlermiş gibi davranmışlardı. Siz eğer bir melek gibi yaklaşırsanız, bir melek gibi kullanılırsınız.


Benim bu duruma çözümüm, terapi başladığı anda onları yardım ettiğiniz insanlar olarak, terapi bittiği anda onları müşteri olarak görmeniz. Bu, iki tarafın sağlığı için de en iyisidir diyebilirim. Bazen müşteri, bazen yardımcı olduğunuz insan gibi görmeniz sonucunda, sürekli değişen bakış açısı kişisel hayatınızı etkileyecek ve zorlaştıracaktır zannımca. Sunduğum çözümün işe yarayacağını düşünmemin sebebini de pek engin olmayan psikoloji kültürümle şöyle açıklayabilirim: Pavlov'un köpeğine uyguladığı deney gibi işliyor bu durum, zil (ki burada birine ruhsal sıkıntılarını aşmada yardım etmek olarak değiştirildi) ve et (burada para olarak değiştirildi) ilişkisi. Pavlov her zili çalışında köpeğe et verdiği için, bir vakit sonra köpek zili her duyduğunda salya üretmeye, yemeği beklemeye başlar. Eti denklemden çıkardığında da köpek, zile olan hassasiyetini yitirir. Buna riayet ederseniz çevrenizdeki insanları gözlemlemek, sonucunda para kazandırmadığı için ilginizi çekmeyecektir. Bu durumda da sırtınızda bir dedektif paltosuyla gezmek zorunda kalmaz, işinizi ofiste bırakırsınız. Edilmemiş kavgaları, söylenmemiş, hatta fark edilmemiş acı gerçekleri ve odadaki aslanı hiç görmeden, mutlu bir şekilde hayatınıza devam edebilirsiniz.