uyanmasaydım keşke   

sabahsız bir vakitte, 

yorgun uykumdan.

 



Katlanmamış yatak örtüsü, yıkanmamış bulaşıklar, köşede sıkışıp kalmış gramer kitapları, uçları kıvrılmış posterler... Yaşadığı hayatın gölgesini seyrediyordu sanki uyandığından beri. Odasındaki her eşyası, yerinden duyduğu memnuniyetsizliği Arzunun yüzüne vuruyordu artık.  

Bir yerden başlamak gerekiyor diye düşündü. Eskişehir’e sıcak havalar geldiğine göre halılarını kaldırabilirdi ilk olarak. Ihlamur kaynatabilirdi sonra, babası ne zaman keyiflense ıhlamur koyardı hemen çaydanlığa. Sabırla beklerdi demlenmesini.  

Halılarını kıvırıp bazasının altına attı, kirli bulaşıkları makineye dizdi. Kaynayan suyun sesi mutfağa yayılırken odasının kapısını araladı. Yatağını topladı önce, yerleri değişmiş kitaplarını dizdi yayınevlerine göre, artık dinlemediği müzisyenlerin posterlerini çıkardı duvardan. Gözüne batan her şeye elini attı yavaş yavaş. Hayatı toplarmışçasına topluyordu odasını. 

Servis tabağını, ıhlamur doldurulmuş kupayı ve dünden kalan ekmek dilimlerini masaya bıraktı. Sandalyesine oturduğunda buzdolabı kapağındaki fotoğraflara takıldı gözleri.  

Bozcaada’da geçen çocukluğu, lise mezuniyeti, gülümseyen öğretmen bir baba ve hemşire anne... Arzunun içinin aniden huzursuzluk kaplamasına sebep olan fotoğraflar bunlar değildi tabii ki. Nehirle olan anılarıydı. Kız grubuyla yapılan şarap geceleri, sabahladıkları final haftaları, Kanlı Kavak akşamları... 

Onu görmeyeli neredeyse 2 ay olacaktı. Arzunun aksine yüzleşmekten kaçardı her zaman çünkü. "Yalnızlığını benimle doldurmaya çalıştığını düşünmedin mi hiç?" diye çıkışmıştı Nehir’e tartıştıkları gün. Bel altı vururcasına sinirini kusmuştu o da Arzu’ya, "Kendinle kavganı bitirememekten iyidir." 

Tanıdık huzursuzluk hissi yavaşça tüm vücudunu ve toplamaya çalıştığı evini sarmıştı yine.  

Kahvaltısını bitirdikten sonra büyük bir kutu çıkardı çalışma masasının altından. Nehirle olan fotoğraflarını içine yerleştirmek ilk işi oldu. Eski sevgilisinden kalan notları, atılmamış sinema biletlerini ve Nehir’in aldığı kolyeyi koydu ardından. Kapağını kapattıktan sonra dolabında bir yere iliştirdi.  

Telefonuna baktığında sınavına 2 saat kaldığını fark etti. Son kontrolleri okulda yapacaktı. Kapının arkasında duran kot eteğiyle tişörtünü giydi, çantasını hazırladı ve hızlıca çıktı evden.  

 

 

 

 

Apartman girişine indiğinde kuru sıcak varlığını göstermişti. Kaldırımlar tıklım tıklımdı, çocuk sesleri kulağını tırmalardı Arzunun. Yürümek güç belaydı üniversite yolunda.  

Kafasını sağa çevirdiğinde Малевич (Maleviç) graffitisini gördü, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 23. Madde: Her insan örgütlenme hakkına sahiptir." Hangi sokakta karşısına çıkarsa çıksın istemsizce gülümserdi ismini görünce. 

Okulun önüne yaklaştığında öğrenci kimliğini hazırladı. Soğuk ifadesiyle geçti güvenliklerin yanından. Kampüsün içi küçük bir orman gibiydi. Göletlerle, ahşaptan yapılmış oturma alanlarıyla doluydu. Her fakültenin bahçesi vardı. Yine de gerilmekten alıkoyamazdı kendini Arzu.  

Kantin bahçesindeki tahta masalardan birini gözüne kestirdi. Ders notlarını önüne yaydı, yan masalardaki konuşmalara aldırış etmeden okumaya başladı. Etrafından insan grupları geçiyordu. Kimisiyle eskiden arkadaştı, kimisiyle sadece birkaç kez konuşmuşluğu vardı. Aldırmamaya devam etti Arzu. Boğuluyormuş hissini görmezden gelerek fakültenin içine girdi. 

Sınav kağıdını son kez kontrolünden geçirdikten sonra görevliye uzattı. Amfiden çıktı, soru tartışmaları dönen koridoru geçti, bahçeye açılan kapıya attı kendini. 

Başının ağrısını dindirircesine içine çekti tütünü. Asık suratlar, sınav muhabbetleri, günü geçirircesine içilen kahveler... Klasik bir final haftasıydı Yunus Emre Kampüsünde.  

Yüzüne değen güneşi selamlar gibi kapattı gözlerini. Tadını çıkarmaya fırsat bulamadan aşina olduğu o sesi işitti.  

"Siz kantine geçin geliyorum ben. Cep kanununu unutmuşsun içerde. Ali Hoca bana verdi, seni görememiş."

Karşılaşacaklarını düşünmemişti. Daha doğrusu Demir’in kendisiyle iletişim kuracağını.  

"Teşekkür ederim, fark etmemişim."

Bakışlarındaki buğuyu gizleyemiyordu yine. Bir tek Arzu’ya karşı gizlemezdi zaten. Nasılsın, sınav nasıl geçti, kolay mıydı, zor muydu gibi şeyler sormaları gerekiyordu belki de. "Anılarla savaşmak çözüm değildi ama en çok senden ayrıldığım günle savaştım." demek istedi. Konuşmayacaklarını ikisi de çok iyi biliyordu.