Neden hep kötü olarak atfettiğimiz duygularımıza daha çok özen gösteririz?

Onlarla daha fazla zaman geçirir onları bebek gibi büyütür, üzerimize giyeriz?

Hüzün gibi, hayal kırıklığı gibi...

Hüznümüze, hayal kırıklığımıza göz bebeğimiz gibi bakarız.

Onlarla yatar onlarla kalkarız.

Gecelerimizin başrolü hep onlar olur.

Etrafımızdaki insanlar bu duygularımız üzerinden bize şefkat gösterir, bizimle diyaloğa girerler.

Bu bizim hoşumuza gider, belki sanat icra ederiz. Bir şarkı yazar, bir şiir, bir denemeyle akıtırız hüznümüzü, hayal kırıklığımızı...

Sarmalanmak, kollanmak, korunmak arzularımızı hep bu duygularımız üzerinden yaparız.

Çünkü küçüklükten edindiğimiz bir yaşam stratejisidir bu. 

Aksi çok daha kötüdür. Hep mutlu olmalıyız, kötü olarak atfettiğimiz duygularımızla daha çok vakit geçirmeli, onlarla mücadele etmeliyiz. Hayatın içerisinde bu şekilde yerimizi almalıyız ki hayatla baş edebilelim...

Asırlardır mücadele etmeye programlanan zihnimizi artık değiştirme zamanı gelmedi mi?

Hüzün, hayal kırıklığı elbet geçer, peki bu kötü olarak atfettiğimiz duygular gittikten sonra bizde geriye kalan ne olur?

Artık kimse o duygular üzerinden şefkat gösterme gereği duymaz. Çünkü o duygularla başa çıkmışsındır. Hayattasındır. Başarmışsındır...

Oysa ki sanılanın aksine, gece kendimizle yalnız kaldığımızda iyi olarak atfettiğimiz diğer duygular gelmez yanımıza, yatağımıza, bedenimize, zihnimize, ruhumuza...

İşte asıl o zaman başlar bir insanın hüznü, hayal kırıklığı...


Re-play.