Telefon çalmaya başladığında gözleri bir anda hiç uyumamış gibi açıldı Elif'in. Cinayet masası polislerinde sık görülen bir refleksti aslında bu. Bu saatte çalan telefonlar hiçbir zaman güzel haber vermezdi ve onlar da bunun bilincindeymiş gibi tüm korkularıyla açardı gözlerini. Bazen hiç uyuyamazlardı; çözülen, çözülemeyen tüm davalar akıllarına gelir, sabaha kadar dönüp dururlardı yatakta. Ama Elif o gece uyuyabilmişti. Dinlenebilirim diye düşünmüştü. İzin günüydü ve bütün gününü erkek arkadaşı ile geçirmek istiyordu. Beraber alışveriş yaparlar, kahve içerler ve eve gelip sevişirlerdi. Ancak o telefonunun çalmasıyla gözlerini açar açmaz önce havanın aydınlanmakta olduğunu, sonra da Harun'un yanında kıyamet kopsa uyanmayacakmış gibi uyuduğunu gördü. Güneş ışıkları yavaş yavaş, çizgiler halinde pencereden içeri sızmaya başlamıştı. Yatakta doğruldu, göz ucuyla Harun'a baktı ve tebessüm etti. Şu an bir dilek hakkı olsa kesinlikle ona sarılıp uyumayı dilerdi ancak o ısrarla çalan telefonunu açmak zorundaydı. Arayan Aziz Müdür idi. Onun bu saatte, üstelik izin gününde aradığını görünce iyice doğruldu. Daha o an bu aramanın hiç hayra alamet olmadığını telefonu açmadan anlamıştı. Uyku mahmurluğuyla telefonu açtı:

— Emin ol bu saatte aramak isteyeceğim son insansın Elif ama vakit kaybetmeden Acıbadem'e gelmelisin. Can sana konum atacak şimdi.

— Neler oluyor müdürüm? Acıbadem mi?

— Evet. Vakit kaybetme, gidince kendin göreceksin. Daha önce karşılaşmadığımız bir vaka ile karşı karşıyayız muhtemelen. Bizzat gidip kendin görmeni istedim. Ekibin geri kalanı orada. Hadi, bekletme çocukları.


Aziz Müdür cümlesini bitirdiği gibi telefonu kapattı. Bu sefer Elif'in suratı bir anda hayata gözlerini yeni açmış bebek gibi şaşkın bir hale büründü. Yataktan kalkmış, bir yandan Aziz Müdür'ün dediklerini algılamaya çalışıyor, diğer yandan saçlarını topluyordu. Şöyle bir silkindi, kendine geldi. Uzun yıllar Ankara'da görev yapmış bir polisti Elif. Çocukluk hayaliydi polis olmak. Daha lise yıllarında internetten çözülmüş ya da çözülememiş, üstü kapanmış ilginç vakaları okumak, araştırmak hobisi olmuştu. Bilgisayar başında sabaha kadar bu tarz belgeselleri izler, dokümanlara ulaşmaya çalışır, üzerinde düşünür ve sanki dosyaya kendi bakıyormuş gibi heyecanlanırdı. Hatta bir keresinde Amerika'da çözülememiş, faili meçhul bir davaya ilişkin belgesel izlerken davada dikkat edilmemiş bir noktayı yakaladığını düşünüp yapımcısına mail atmıştı ama tabii ki hiçbir geri dönüş alamamıştı. Bu olayı arkadaşlarına heyecanlı heyecanlı anlattığında ise onlar Elif'e deli muamelesi yapıp artık polisçilik oynamaması gerektiğini kahkaha atarak söylemişlerdi. Onların bu tutumu Elif'i zaman zaman rahatsız etse de hiçbir zaman hedefinden vazgeçirmemişti. Aksine daha fazla hırslanıyordu kendi kendine. Ailesi de onun bu inancını gördükçe memnuniyetle destekliyordu zaten. Nitekim yolun sonunda hayaline de kavuşmuştu. Her zaman başarılı, disiplinli ve zeki bir polis olmuştu. Bu azmi sayesinde daha önce büyük, önemli devlet görevlerinde bulunmuştu. Bu görevlerdeki başarıları ve olayları çözmesindeki kararlılığı; hızla yükselen kariyerinde onu şimdi çalıştığı yere, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği'ne başkomiser olarak getirmiş ve kendi ekibini kurma fırsatı yaratmıştı. Burada beş yıldır ekibi ile birlikte görev yapıyordu ve üç kişiden oluşan ekibinin amiri konumundaydı. Herkesin saygı duyduğu ama sinirli olduğu zaman da çevresinden toz olup uçulması gereken bir kişiydi. Ne kadar bu denli tecrübeli bir polis de olsa Aziz Müdür'ün bu saatte onu araması ve bizzat bilgilendirmesi hatta bu ses tonu ile söyledikleri onu korkutmuştu. Kafasındaki düşünceleri bir kenara bırakıp vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde üstünü giyindi. Harun'a baktığında hâlâ kıpırdamadan, en ufak bir tepki bile vermeden uyuduğunu gördü. Onu uyandırmak istemedi. Sessizce yanına sokulup yanağına bir öpücük kondurdu ve arabasının anahtarını alıp hızlıca evden çıktı.

 

Aziz Müdür telefonda bahsettiği üzere Can'a çoktan konum attırmıştı bile. Zaten bugüne kadar onunla çalıştığı süre boyunca Aziz Müdür'ün yapacağım ya da halledeceğim deyip de yapmadığı bir şey görmemişti Elif. Eşini on yıl önce kanserden kaybettiğinden beri işini hayatındaki her şeyden üstün tutan ve artık hayatını tamamen mesleğine adayan bir adam haline gelmişti. Aynı zamanda sert bakışları olan ama yeri geldiğinde herkesten daha fazla yufka yürekli olmayı başarabilen babacan bir adamdı. Ekibini her koşulda korumaya çalışır, zaman zaman dertlerini dinler fakat dostça yaklaşırken bile ciddiyetini kaybetmezdi. Elif'e ise daha ilk gördüğünde ısınmıştı zaten. Yıllar geçtikçe, birçok davada beraber çalıştıkça aralarında bir abi kardeş ilişkisi oluşmuş denilebilirdi.  


Elif tüm hızıyla olay yerine giderken karşılaşacağı şeyi düşünmeden edemiyordu. Onu böyle apar topar getirtecek kadar ne olmuş olabilirdi? Ama anlayacaktı birazdan, neden bu kadar gerilmişti anlam veremiyordu. Belki de gün boyu yapmayı planlandığı şeylerin bir anda toz bulutlarına karışmasına üzülmüştü, zihnini oyalıyordu. Tüm bu safsataları bir kenara bırakıp derin bir nefes aldı. Arabasının tepesine sirenini koymuştu, süratle olay yerine gidiyordu. Gökyüzü ise karanlığını tamamen rafa kaldırmış durumdaydı artık. Güneş kendini iyice belli eder olmuştu. Uykulu ve onun için yorucu bir yolculuktan sonra nihayet olay yerine vardı. Polislerin o filmlerde gördüğümüz, huzursuzluk veren sarı şerit ile dar bir sokak arasını çevrelediğini gördü. Arabasını park edip aracından indiğinde sarı şeritlerin arkasında, yerde yatan bir ceset ve etrafında toplanmış ekibini fark etti. Başlarında da Aziz Müdür vardı. Onu görünce bir anda şaşkınlığını gizleyemedi. Aziz Müdür'ü orada görmeyi beklemiyordu hatta daha garibi olay yerine gitmesi alışılagelmiş, normal bir durum değildi. Artık emekliliği yaklaştığı için çoğunlukla ofisinde evrakları imzalar, ekibinden yaşanan olaylarla ilgili gerekli raporları alır ve onları en ince ayrıntısına kadar incelerdi. Dikkatini çeken en ufak noktayı da Elif ile konuşur, açıklamasını isterdi. Yeri geldiğinde ekibin tıkandığı noktada tecrübesiyle onlara ilham kaynağı olurdu. Ama sanki şimdi hepsi toplanmış, Elif'i bekliyor gibiydi. Can, Aziz Müdür'e hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Hakan farklı açılardan fotoğraf çekiyor, Sibel ise not defterine bir şeyler karalıyordu. Elif sarı şeriti eliyle aralayıp, altından geçip ekibinin yanına giderken hepsiyle tek tek göz göze geldi. Yanlarına geldiğinde tam lafa girecekti ki kendisi konuşmaya başlamadan Aziz Müdür önce davrandı:

— Günaydın Elif. Gördüğün üzere pek aydın değil aslında. Bu adam niye sabah sabah burada diyorsun muhtemelen ama korkarım bir seri katil vakasının ilk başlangıcı olabilir bu. Yani ilk izlenimim o yönde diyelim.


Elif bunu duyduğunda şaşkınlığını gizleyemedi. Aziz Müdür devam etti:

— Evet, o yüzden seni bizzat buraya çağırdım. Can seninle detayları paylaşacak birazdan. Ben 2-3 gün Ankara'da olacağım, bilirsin, mecburi devlet toplantıları işte. Bu süre içinde tüm yetki sende, herhangi bir gelişme olursa beni muhakkak bilgilendiriyorsun. Ne olursa öğrenmek istiyorum. İşim bittiği gibi gelmiş olacağım zaten. Ha bu arada basın ile de bir bilgi paylaşılmasın şu an. Bak, bu önemli.

— Anlaşıldı müdürüm. Siz burayı merak etmeyin. Umarım düşüncelerinizde yanılıyorsunuzdur ve biz de size daha toplantılarınız bitmeden kanıtlarız...


Aziz Müdür umarım dercesine gülümsedi ve Elif'in dediklerini onaylarmış gibi kafasını aşağı yukarı hızlıca salladı. Gözlüklerini takıp arabasına doğru hareketlendi. Üç dört adım attıktan sonra duraksadı. Onun duraksadığını gören Elif ve diğerleri dikkat kesildi. Aziz Müdür arkasını döndü ve seslendi:

— Çocuklar... Her zamanki gibi ben geldiğimde dosya masamda kapanmış olsun. Size güveniyorum, dedi ve arabasına binip olay yerinden ayrıldı. Elif bunu duyduğuna hiç memnun olmamıştı. Aksine yüzü fazlasıyla asılmıştı. Çünkü yılların tecrübesi bir polisten bunu duyuyorsanız -hele ki Aziz Müdür gibi bir adamdan- bu işte büyük bir sıkıntı var demektir ya da şansa çok ihtiyacınız olacaktır.


Tüm bu düşünceleri bir kenara bıraktı Elif ve hızlıca Can'a döndü. Detayları öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Sibel ve Hakan o sırada işlerine devam ediyordu. Can bekletmeden detayları anlatmak için konuşmaya başladı:

— Deniz Kurşun. 32 yaşında, bekar. Bir bankada yatırım danışmanıymış. Şah damarının oraya atılan bıçak darbesiyle öldürülmüş. İlk bulgulara göre başka bir darp ya da herhangi bir cinsel saldırı göstergesi yok. Sabaha karşı cansız bedenini burada kağıt toplayıcıları bulmuş. İfadelerini ve parmak izlerini aldık ama bir şey çıkacağını sanmam. Çöpe bakmak için eğildiklerinde yerde kanlar içinde görüp polisi aramışlar. Etrafta kimsenin olmadığını söylediler. Geldiğimizde şok içindeydiler zaten. Herhangi bir parmak izi bulgusuna da rastlanmadı ayrıca, şu anda incelemeler devam ediyor. Yerdeki kan miktarına bakılırsa burada öldürülmüş olması muhtemel, herhangi bir sürükleme ya da boğuşma belirtisi yok. İşin ilginç tarafı etrafta kamera da yok, görgü tanığı da yok. Özellikle seçilmiş bir yer gibi. Zaten buradaki incelemeler tamamlandıktan sonra otopsiye gidecek. Dr. Sinan bize detaylı otopsi raporunu verdikten sonra bazı şeyler netleşecektir. Ailesine de haber verdik. Bu arada...


Can seri bir şekilde olayla ve şahısla ilgili bilgileri aktarırken Elif cesede doğru eğilmişti. Bir yandan Can'ı dinliyor, diğer yandan cesedi inceliyordu. Baştan aşağı dikkatlice inceledi. Boynundaki kesik yerini, bileklerini, göz bebeklerini, saçlarını, tüm detayları baştan aşağı süzdü. Sonra sakin ve ciddi bir tavırla Can'ın sözünü kesti:

— Şah damarının oraya atılan tek ve sağlam bir darbe... Çok görülen bir durum değil, anlaşılan katilimiz işini şansa bırakmak istememiş. Herhangi bir parmak izi bulgusu da yok diyorsun şu an için. Ve ek olarak biliyoruz ki burada kamera ve görgü tanığı yok. Her şey önceden planlanmış... Çok dikkatli işlenmiş bir cinayet bu Can, profesyonel işi gibi duruyor. Hem parmağına dikkat ettin mi?


Can pürdikkat, hayranlıkla Elif'i dinliyordu. Aslına bakarsanız hayran sayılabilirdi. Olaylara bakış açısı, tavırları Can'ı her zaman çok etkilerdi. Ama sizi yanıltmasın, bu hiçbir zaman işin ötesine geçmedi. Can evli, on aylık dünyalar tatlısı bir kızı olan ve böyle yakışıklı bir adam nasıl olur da bu kadar erken yaşta evlenmiş dedirtecek tarzda bir adamdı. Uzun boylu, iri kemikli, keskin yüz hatları olan, girdiği ortamda kesinlikle dikkatleri üstüne çekebilecek bir polisti. Şimdi ise Elif'in dediklerine yok dercesine kafasını salladı. Elif devam etti:

— Yüzük... Pırlanta... Bu değerli bir yüzük, farkındasın değil mi? Cinayetin hırsızlık için yapılmış olma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Kesinlikle planlanmış bir cinayet bu Can. Düşmanı olabilir, belalı bir erkek arkadaş olabilir; onun yerine terfi almış, ondan nefret eden bir iş arkadaşı bile olabilir. Her ihtimali göz önünde bulundurmak lazım. Ailesi ve yakınlarıyla konuşup detaylıca öğrenmek gerekli. Ayrıca Aziz Müdür bir seri katil şüphesinden bahsetti. Onunla ilgisi nedir peki? Anlayamadım.


Can elindeki kahvesinden bir yudum aldı. Sibel ile göz göze geldiler o anda. Sibel elindeki not defterini bırakıp kanıt torbasına doğru hareketlendi. O sırada Can konuşmaya başladı:

"Ben de tam ondan bahsedecektim patron. Cesedin üzerine bir not bırakılmış. Mavi bir kağıdın üzerinde yazılanlar..." dedi ve cümlesini bitirmeden Sibel, notu Elif'e uzattı. Elif şaşkın bir şekilde notu aldı ve okumaya başladı:


"RENKLER ÖNEMLİDİR VE SONSUZDUR.

BU YÜZDEN HAYATI DAHA FAZLA RENKLENDİRMEK GEREKİR.

BULMACA YENİ BAŞLADI. :)

***RENK AVCISI***"