Sabahın; mavi, kuş sesi ve rüzgar esintisi saatiydi. Uyanması gerekenler uyanık, uyuyanların gözleri açık, kalpleri...

Kuşlar yemek, insanlar yermek peşindeydi.

Ev arkadaşım da uyandı. Beni yerme işini bitirdi. İşe gitmek için hazırlandı ve gitti.

Oh rahat bir nefes aldım, sonunda gitti. Gelmese keşke, hem de hiç gelmese. Sonsuza dek gelmese...

Sızlanmak benim ne haddime! Yerimden kalkmalı, bana verilen görevleri yerine getirmeliyim.

Vakit geçmiş epeyce, gözlerimdeki sulu şeyleri sildim. Yüzümdeki morlukları ten rengine benzeyen boyayla kapatmalıyım. Kötü bir görüntü ya da utanç verici. Eşim beni böyle görmemeli. Temiz, edepli olan ben olmalıyım. Eşim işten gelmeden yemek hazırlayayım.

Kalkamadım, dizlerim uyuşmuş galiba. Kafamdan dudağımın kenarından boynuma süzülen yere pıt pıt damlayan kırmızı boya, her yeri batırmış. Of yine bir sürü iş.

Arkamda sesler var, insanlarmış. Beyaz bir örtü var ellerinde. Ağlayan gri kadınlar, pembe erkekler var, bir de turuncu çocuk. İçlerinden biri babam biri annem biri oğlum. Gözlerim buğulu olduğu için, seçemiyorum kimin kim olduğunu. Ama turuncu çocuğa karşı içimde sonsuz sevgi var. Turuncu çocuk çok ağladı. O hiç ağlamasın.

Bindirdiler yeşil bir tekneye. Deniz dalgalı galiba sallanıp duruyor tekne. Sarsıntı kesildi. Geldik geleceğimiz yere. Tuttular beni götürdüler güzel kokulu bir yere. Her yer kahverengi içinde. Sonrasını hatırlamıyorum. Sanırım uyuyorum.

Duyduğuma göre ev arkadaşım sarılar içinde. Ona siyah çok yakışır. Ona siyahlar giydirin. Turuncumu da benim yerime öpün, sarılın, onu çok sevin. Benim için üzülmesin gurur duysun. Güzel güzel büyüsün.

Adımı bilmeyin, kim olduğumu da...

Ama şunu bilin:

– Renklerin güzelliklerine aldanmayın, insanların da...

Ha bir de cezayı bana değil, renklerden nefret etmemi sağlayana verin.