10... 9... 8... 7... 6... 5... 4... 3... 2... 1... Hayat!
**
Joachim Trier'in Oslo üçlemesinin ilk filmi olan Reprise, arkadaşlığın, edebiyatın, hayallerin, dibe vuruşun, yükselişin ve hayatın akışında mutlaka bir yöne ilerleyişin filmlerinden biri olarak sinema kütüphanemdeki yerini alıyor.
**
(Bir miktar spoiler bulunur!)
Film, ana karakterlerimiz Philip ve Erik'in ellerinde birer zarfla posta kutusu önündeki tereddütleriyle başlıyor. Çocukluklarından beri çok yakın olan bu iki arkadaş, ortak zevklere, rol modellere, hayallere sahiptir ve ikisi de yazar olmak istemektedir. Bu süreçte küçük yazma deneyimlerini birbirleriyle paylaşmış, eleştirmiş ve birbirlerini motive ederek daha iyiye ulaşmaya çalışmışlardır ve sonunda kitap taslaklarını yazıp bu posta kutusu önünde yayınevine gönderme noktasında da aynı anda hareket etmektedir. Erik'in kitabı yetersiz bulunur ancak Philip'in kitabı beğenilerek basılır. Burada 6 aylık bir zaman atlamasını görüyoruz.
Philip bir nedenden dolayı psikoz atağı geçirir ve bu 6 ayı bir rehabilitasyon merkezinde geçirir. Onu oradan alan ve geri kalan süreçte desteğini esirgemeyen kişi ise Erik olacaktır. Philip bu olayın ardından artık yazmaya devam etmek istemez ve psikozunu tetikleyen takıntı haline getirdiği sevgilisi Kari'yle tekrar yakınlaşmak ister. Bu sırada Erik ise bir yandan gözünü dostundan ayırmak istemezken, diğer yandan kitap taslağı üzerinde tekrar çalışır ve sonunda kitap basılarak ünlü bir yazar olma yolunda önü açılır.
**
Film zarfların postaya verilme sahnesinde bir anda bizi birkaç dakikalık enerjik bir yolculuğa çıkarıyor ve gerçekle hayalin arasındaki o bulanık çizgiyi görmemizi zorlaştırıyor. Sonra hooppp TEKRAR! Ne yani gerçek değil miydi izlediğimiz şey? Film içinde ve hatta sonunda da bu tarz gerçeklik sorgulamasına girdiğimiz sahneler bulunuyor ve aslında ne kadarı gerçekten yaşandı, tekrar başa saracak mıyız merak ediyoruz zaman zaman.
**
Açıkçası film içerisinde kendini tekrar ettiğini düşündüğüm karakter Philip'ti. Rehabilitasyondan çıktıktan sonra tekrar eski sevgilisine dönmeye çalışan ancak ilişkisini eski haline döndüremeyen, tekrar bir yazma girişimi olan ancak duygularını ve sözcüklerini anlamlı bir bütün haline sokamayan, tekrar benzer duygusal süreçlerden geçen ve tekrar psikoz nöbeti geçiren...
Diğer yandan Erik, hikayenin hep ileri giden karakteriydi. Arkadaşının yanında oldu. Kitabını düzenledi ve basılmasını sağladı. Norveç'in başarılı genç yazarlarından oldu. Çocukluktan beri hayranı olduğu kişiye rastladı. Kendini tüm bu duygusal karmaşadan ve konfor alanından dışarı atmayı başararak kısa süre bile olsa Oslo'dan ayrıldı.
**
Film bize İskandinavya'nın melankolik havasını vermekte zorluk yaşamıyor. Başta ana karakterler olmak üzere filmdeki tüm karakterler bize günümüz toplumundaki bireylerin yetişkin olma sancılarını, tutarsızlıklarını, başarılarını, başarısızlıklarını, kimlik mücadelesini, olgunlaşma sürecini veriyor. Özellikle genç yetişkinlik çağlarındaki Erik ve Philip önlerindeki bu uzun yolda kim olma, nereye varma, neye dönüşme noktasında birlikte çıktıkları yolda, kendi yönlerini bulmaya çalışıyorlar.
**
Serinin diğer filmlerinde Joachim Trier ve Eskil Vogt karşıma neler çıkaracak az çok yediğim spoilerlardan tahmin ediyorum ancak eminim o filmlerde de tüm ruhumu saran melankoliye kendimi teslim etmem gerekecek. :)