Gecenin sessizliğinde sokaktaki tek gürültü arabasından çıkan hırıltıydı. En yükseği altı veya yedi katlı nispeten modern görünümlü apartmanlar arasında sanki oraya ait değilmiş ama ezelden beri de oradaymış gibi duran eski iki katlı ahşap evin önüne park etti. Hatırladığından daha eski görünüyordu artık. Üst katta bulunan küçük çalışma odasında loş bir ışık geliyordu. Geçen hafta o ışığı gördüğünden beri içinde ablasını tekrar görebileceğine dair bir umut belirmişti. Ama bu umudu kısa sürdü. Evi gözlerken gördüğü kadın ablası değildi. Çocukluğundan hatırladığı yaşlı kadına çok benziyordu ama o olması neredeyse imkansızdı. Kadın yaşıyorsa bile en az doksan yaşında olmalıydı. Motoru kapatıp arabadan çıktı. Sokak lambalarının cılız ışıklarına rağmen bahçedeki dikenli çalıları, yabani otları, bahçenin sonunda rahatlıkla görebildiği büyük çınar ağacını seçebiliyordu. Evin arkasında, bahçenin uzak köşesinde, göremediği ama orada olduğunu bildiği bir de kuyu vardı. Çocukken babası uyarmış ve üstü tahtalarla kapalı olmasına rağmen etrafında dolaşmasının tehlikeli olduğunu söylemişti. Bahçe kapısına doğru ilerledi. Gözünü üst kattaki pencereden ayırmadan ahşap kapıyı araladı. Ev kadar yaşlı kapı menteşeleri gıcırdayarak döndü. Gözlerini pencereden ayırmıyordu. Pencerede bir gölgenin kıpırdadığını görür gibi oldu. Biraz bekledi. Herhangi bir ses duymayınca kapıyı bırakıp yürümeye devam etti. Alt katın giriş kapısı sokağa bakıyordu ve orada kimse oturmuyordu. Üst kata çıkan merdivenlerin olduğu arka tarafa doğru yürüdü. Ablasıyla gölgesinde oyunlar oynadığı çınarın dalları hafif esintide sallanarak onu selamladı. Sonra kuyuya baktı. Yirmi yıl önce buradan taşınırlarken hatırladığı gibi duruyordu. Üzerini kapatan tahtalar çürümüş, birkaçı da düşmüştü. Temkinli adımlarla merdiveni çıkmaya başladı. Kapının önüne geldiğinde içeride bir ışık yandı. Olduğu yerde kaldı. Muhtemelen o yaşlı kadın ölmüş ve eve başkası taşınmıştı. Ama görmek zorundaydı. Kalp atışları hızlandı. Evin kapısı açıldı. Kendini yaşlı kadının ürkütücü yüzü ile karşılaşmaya hazırladı ancak beklediği olmadı. Onun yerine kırk yaşlarında bakımlı ve diri vücutlu bir kadın çıktı dışarı. Gece kadar siyah olan saçlarını arkada topuz yapmıştı. Yakası boynunu kapatan, kolları bileklerine inen ve boyu da ayaklarını göstermeyecek kadar uzun lacivert bir elbise giyiyordu. Elbisesi, saç şekli ve yüz hatlarıyla onu andırıyordu. Kızı olsa bu kadar benzerdi diye düşündü ama çocuğu olmadığını da biliyordu. Kadının kömür karası gözlerindeki sinsi bakışı da tanıdı. 

“Hayır bu olamaz.” diye geçirdi içinden. Kadın geniş ağzındaki dişleri göstererek gülümsedi karşısındaki adama.

-Beni gördüğüne sevinmedin mi Melih?

İsmini söylerken ilk hecede biraz duraklayıp söylemişti. Me lih. 

Melih'in şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Bu ses tonu, bu gülümseme, ismini söyleme şekli, hepsi aynıydı.

—Ne o, dilini mi yuttun ufaklık, dedi kadın. 

Melih bu cümleyi duyduğunda bir an geçmişe daldı. Anıları kafasının içinden geçmeye başladı. 


Annesinin tatlı sesi rüyasını böldüğünde yeni evlerinin olduğu sokağa dönmüşlerdi. Ablasına sesleniyordu. 

—Melike, Melikecim. 

Ablasının kulağındaki kulaklıktan dışarı müzik sesi geliyordu. Gözleri kapalı ama uyumuyordu. Melih sese uyanmıştı. Annesi ona bakıp gülümsedi. O yaz annesinin gülümsemesini son görüşü olacağını bilmeden aynı içten gülümsemeyle karşılık verdi. 

—Geldik mi anne? 

—Evet tatlım, geldik.

Melih buna sevinmişti. İlk kez taşınıyorlardı ve bu süreçte hem sıkılmış hem de yorulmuştu. Melih ablasının elini tuttuğunda Melike gözlerini açıp ona baktı. Kulaklığı kulağından indirdi. 

—Geldik kızım, dedi annesi.

Araba iki katlı ahşap evin önünde durduğunda önce Melike kendini dışarı attı. Arkasından Melih indi. Ahşap çitleri yer yer sarmaşıkların istilasına uğramış, bahçesinde çimlerden daha çok ayrık otları olan ama arka taraftaki heybetli çınar ağacının güzelliği diğer her şeyi görmezden gelmenizi sağlayacak iki katlı ahşap bir evdi burası. Yer yer boyaları dökülmüştü. Melih çitin kapısını açıp bahçeye girdi. Babaları bagajdaki eşyaları çıkarmakla meşguldü. Melike evi yukarıdan aşağı süzdü. Sokaktaki diğer evlere hem çok benziyor hem de onlardan çok farklı duruyor gibi garip bir havası vardı. Kardeşi bahçede koşarken onun yanına doğru yürüdü. Anneleri de arkalarından baktı. Yeni evleri olan alt katın giriş kapısı sokağa bakıyordu. Melike kapıyı yokladı ama kilitliydi. Sağa doğru yürüyüp evin yan tarafına geçti. Melih gördüğü bir salyangozu inceliyordu. Yan taraftaki pencerelerden içeri baktı. Sıradan ahşap bir evdi işte. Melih salyangozu bırakıp ağaca doğru koşmaya başladı. 

—Ne kadar büyük bir ağaç böyle! 

Evin sonundan sola döndü ve sesi birden kesildi. Melike bir an duraksayıp dinledi ama kardeşinin sesini duyamayınca ismini seslenerek arka tarafa doğru koştu. Sola döndüğünde evin üst katına çıkan merdivenlerin ortasında duran yaşlı kadını gördü. Gri saçları arkasında topuz yapılmıştı. Uzun lacivert bir elbise giyiyordu. Elbisesi o kadar uzundu ki ayaklarını göremiyorlardı. Yüzünde, etrafta koşturan çocukları hiç sevmeyen huysuz bir ihtiyarın somurtkan ifadesi vardı. Melike köşeden dönünce kadının gözleri ona kaydı. Birden yüzü değişti ve güzel bir tebessümle aydınlandı. Gözlerinin içi parıldamıştı adeta. 

—Kusura bakmayın hanımefendi. Kardeşim biraz meraklıdır o yüzden koşuyordu. 

Melike kardeşinin arkasına gelip kollarını omzuna koyduğunda Melih rahatlamıştı.

—Siz yeni kiracılar olmalısınız. Hiç önemli değil yavrum. Kusura bakacak bir durum yok. Gençlik enerjisinin tadını bende bilirim, diyerek gülümsedi korkuyla bekleyen çocuklara. Annesi arka tarafa koşan Melike'yi gördüğünde elindekileri kaldırıma bırakıp arkalarından koşmuştu. O da köşeyi döndüğünde kadını gördü, hızla çocuklarına göz atıp kadına döndü;

—Merhaba. Gelir gelmez yaramazlık mı yaptı yoksa bizimkiler? 

—Merhaba, hoş geldiniz. Hayır, sadece bu ufaklık beni görmeyi beklemiyordu herhalde. Şaşırdı biraz o kadar. 

Babası da soluğu yanlarında almıştı. 

—Hah, buradasınız. Melda Hanım'la tanışmışsınız. Bu eşim Figen. Bunlarda Melike ve Melih. 

—Çok memnun oldum efendim. Tekrar hoş geldiniz. Melike, ne güzel bir ismin var öyle. Neyse, daha çok görüşeceğiz zaten. Ben sizi işlerinizden alıkoymayayım. 

Arkasını dönüp çıkarken durup tekrar onlara döndü.

—Yalnız şuradaki kuyuya dikkat etmelisiniz. Eliyle bahçenin köşesini gösterdi. Üzeri kapalı ancak ne olur ne olmaz oraya pek yaklaşmayın çocuklar, dedi ve eve girdi.

Melih’in odası arka taraftaydı. Küçük penceresinden yukarı çıkan merdivenin ilk basamakları ve soldaki kuyunun bir kısmı görünüyordu. Melike’nin odası da hemen yanındaydı ve bahçeye bakıyordu. Melih çoktan uyumuştu. Melike de başını yastığa koyar koymaz uyudu. Sabaha karşı Melih'in omzunu sarsmasıyla gözlerini yarım da olsa açabildi. 

—Ne oldu Melih, niye uyandın? 

—Kabus gördüm abla, o kadın beni kovalıyordu. 

—Hangi kadın Melih? Rüya görmüşsün sadece. Hadi yat uyu artık. 

—Yanında yatabilir miyim? Çok korkuyorum. 

Ondan kurtulamayacağını bildiği için kenara kaydı ve kardeşine yer açtı.


Eve ilk taşınmaları ve Melih'in yaşlı ev sahibesi Melda Hanım ile tanışması bu şekilde olmuştu. Yaz aylarının o güzel güneşli günlerini çoğunlukla bahçede geçirmişlerdi. Ablası çınara yaslanmış müzik dinlerken o da bahçede koşturup oynardı. Bir gün bahçede oynarken başını kaldırıp üst kattaki pencereye baktığında yaşlı cadının (ona bu ismi takmıştı çünkü bakışlarından hiç hoşlanmıyordu) ağacın altında oturan ablasına bakarak gülümsediğini gördü. Kadının gözleri ablasından Melih'e kaydığında yüzündeki gülümseme silinip yerini tiksintiye benzer bir ifade aldı. Geniş ağzı kulaklarına kadar uzayıp uzun sivri dişlerini göstererek sırıttı Melih'e. Melih korkudan çığlık atıp ablasının yanına koştu. Ablası gözlerini açarak kulaklıklarını indirdi ve önce üzerine atlayıp kendisine sarılan kardeşine sonrada etrafına bakındı. Kimse yoktu. 

—Ne oldu Melih? 

—O bir cadı, diyerek parmağıyla üst katın penceresini gösterdi. 

—Kim? Melda teyze mi? O sadece küçük çocuklardan pek hoşlanmayan yaşlı bir kadın, diyerek başını okşadı. 

—Ama gördüm! Uzun sivri dişleri vardı. Ağzı kocamandı! 

Melike gözlerini korkuyla açtı.

—Ne diyorsun? Ya bizi kazanda kaynatıp yerse! Arkasından bir kahkaha patlattı ve kardeşini öptü. 

—Hayal gücün çok geniş kardeşim. O sadece yaşlı bir kadın. Muhtemelen camdan yansıyan güneş yüzünden veya aşağıdan baktığın için yanlış görmüşsün. Evet geniş bir ağzı var ama kimseyi yemeyecek emin olabilirsin. 

—Öyle mi diyorsun abla?

—Tabii ki öyle. Cadı veya canavar diye bir şey yoktur. Senin gibi akıllı çocukların hayal gücü üretir tüm bunları. İstersen birlikte onu ziyarete gidebiliriz, ne dersin? 

—Hayır! Onun evine gitmek istemiyorum. 

—O zaman ben tek giderim. Yanımda bir korumam olsa daha rahat ederdim tabi ama neyse. Gelmek istemiyorsan seni zorlayamam. 

Kardeşine kaçamak bir bakış attıktan sonra ayağa kalkıp yukarı çıkan merdivenlere yürümeye başladı. Melih ablasının arkasından korku dolu gözlerle baktı. Sonra cesaretini topladı ve arkasından bağırdı. 

—Beni de bekle!

Elinden tutup merdivenleri çıktılar. 

—Ne diyeceğiz peki kadına? 

—Sen konuşma işini bana bırak, diyerek kardeşine göz kırptı ve kapıyı tıklattı. Biraz beklediler. Kulağını kapıya yanaştırıp dinledi ama ses yoktu. 

—Belki uyuyordur. Yaşlılar genelde uyur. 

Melih buna çok sevindi ve arkalarını dönüp inecekken içerden bir ses duyuldu. 

—Geliyorum. 

Melih'in sevinci yarım kaldı. Yaşlı kadın kapıyı açıp kardeşleri görünce gülümsedi. Uzun sivri dişleri yoktu. Melike kardeşine bakıp gülümsedi ve kadına dönüp başıyla selam verdi. 

—Merhaba Melda teyze. Nasılsınız? Bir ihtiyacınız var mı diye sormak istedik. 

—Merhaba çocuklar. Ne kadar düşüncelisin Melikeciğim. Teşekkür ederim. İçeri girmez misiniz? Limonata yapmıştım, bu sıcakta iyi gider. Hepsini kendim içemem zaten. 

Limonata fikri hoşlarına gitmişti. Ayakkabılarını çıkarırken belki de bu kadın o kadarda korkunç biri değildir diye geçirdi içinden. Ablası önden girdi içeri. Solda kapısı kapalı bir oda vardı. Sağda mutfak ve banyo yan yanaydı. Koridorun sonunda sokağa bakan salonu gösterdi kadın.

—Geçin bakalım salona, bende limonataları getireyim. 

—Zahmet etmeyin ben yardımcı olayım, diyerek kadının arkasından mutfağa yöneldi Melike. 

Melih tek başına girdi salona. Eski koltuklar, eski bir kütüphane ve köşede eski bir masa vardı. Eve eski bir koku hakimdi. Yaşlılığın kokusu böyle olsa gerek diye düşündü. Ama en çok ilgisini çeken şey duvarlarda asılı duran tablolardı. O kadar çoklardı ki duvarlarda neredeyse boş yer yoktu. Her tabloda farklı bir çocuğun resmi vardı. Aynı koltuğa oturmuşlardı ancak arka planlar değişikti. Kimi de küçük bir pencere olan bir duvarın önündeydi. Bir diğerinde penceresiz ahşap bir duvarın. Üstelik çocuklardan bazılarının kıyafetleri çok eski çağlardan kalma gibiydi. Yaklaşıp resimlere yakından baktı. Ürkütücü derecede gerçekçi görünüyorlardı. Koyu tonların hakim olduğu resimlerde karanlık ve kasvetli bir hava vardı. Resimler o kadar gerçekçiydi ki resmedilen çocukların gözlerindeki korkuyu neredeyse hissediyordu. Melih tabloları incelerken omzuna dokunan bir el ile sıçrayarak küçük bir çığlık attı. Melda Hanım elini hemen çekti. 

—Sakin ol ufaklık bir şey yok. Dalıp gitmişsin.

Ablası elinde üç bardakla bir tepsi tutar halde kadının ardından odaya girdi. 

—Ne oldu Melih? 

—Bir şey yok abla, resimlere bakarken biraz dalmışım sanırım. Melda teyzenin geldiğini fark etmedim. 

Melike tepsiyi masaya bıraktıktan sonra o da duvarlarda asılı duran resimlere bakmaya başladı. 

—Bunlar çok güzeller. Siz mi yaptınız? 

—Evet kızım. Küçüklüğümden beri resim yapmayı çok severim. Hiç evlenmedim ve hiç çocuğum olmadı. O yüzden çocukları resmetmeyi seviyorum. 

—Hepsi neden korkmuş gibi bakıyorlar, diye araya girdi Melih. 

Soru hoşuna gitmemiş gibi yüzünü buruşturan Melda Hanım yine de gülümseyerek ona döndü. 

—Ailemi erken yaşta kaybettim. Benim için korku içinde geçen yıllardı. Bu resimlerime de yansıyor sanırım. Belki o yüzdendir. Ne derler bilirsiniz. Yazarlara fikirlerinin, ressamlara kattıkları duyguların kaynağı sorulmaz.

Melih ne demek istediğini anlamamıştı ama Melike anlayışla gülümsedi.

—Hala çiziyor musunuz? En son ne zaman çizdiniz, diye sorarak konuyu değiştirdi. 

—Ah, uzun zamandır çizmedim canım. Özlemedim desem yalan olur. Elime yeniden fırça almak bana iyi gelirdi. 

Yılların kırışıklığıyla kaplanmış ellerine baktı bir süre. Sonra başını kaldırıp Melike'ye döndü. 

—Resmini çizmemi ister misin? Belki paslanmış olabilirim ama bir deneyebiliriz. Ne dersin? 

—Benim resmimi mi yapacaksınız? Yüzünde bir gülümseme belirdi Melike'nin. Bilmem ki. Size zahmet vermek istemem. 

—Saçmalama lütfen diye kıkırdadı Melda Hanım. Gözlerinin içinde mutluluk ışıkları yanmıştı. Hem bana arkadaş olursun hem de çok sevdiğim bu uğraşı tekrar yapma fırsatım olur. Yarın akşamüstü bekliyorum seni. Ailenden izin alman sorun olacaksa bende konuşabilirim. 

—Çok sevinirim Melda teyze. Daha önce kimse benim için böyle bir şey yapmamıştı. İzin konusunda sıkıntı olacağını sanmıyorum. Yarın akşamüstü görüşürüz o halde. 

—Tamam o zaman, anlaştık. Hadi limonatalar ılımadan için.

Melih isteksizce bardağın birini alıp eski koltuğa oturdu. Gözleri hala tablolardaki çocuklardaydı. Yardım istercesine bakıyorlardı kendisine. Limonatalar bitince teşekkür edip evden ayrıldılar. 

—Gördün mü bak canavar değil sadece yalnız ve yaşlı bir kadınmış, diyerek kardeşinin omzuna elini attı.

—Evet sanırım öyle. Ama yine de ondan pek hoşlanmadım abla. 

Biraz duraksadıktan sonra daha yumuşak bir ses tonuyla devam etti. 

—Yarın gerçekten gidecek misin?

—Tabii gideceğim. Böyle bir fırsat kaç kere gelir?

—Ama o kadınla baş başa kalmanı hiç istemiyorum.

—Neden?

—Sana bakışları hoşuma gitmiyor. Hem neden tüm tablolarda kız çocukları var?

—Erkeklerden hoşlanmıyor olabilir. Hiç evlenmemiş ve çocuğu yok. Belki beni kızı veya torunu gibi görüyordur, olamaz mı? 

—Evet olabilir ama yine de içim rahat değil abla.

—Tanıdıkça sende alışırsın ona, dedi kardeşine ve birlikte eve döndüler. Akşam yemeğinde olanları anlattılar. Ailesi de kadını fazla yormaması ve derslerini ihmal etmemesi karşılığında gidebileceğini söyledi. Melike buna çok sevinmişti ancak Melih için aynı şey söylenemezdi. O gece yattığında aklı ablasındaydı ve uykuya dalmakta zorlandı. Hayal gücü ona türlü oyunlar oynuyordu ve hepside oldukça korkunçtu. Tam uykuya dalma anındaki o ince perdenin arkasına geçmiştiki kulağına bir gıcırtı sesi geldi. Gözlerini açıp geceyi dinledi. Düzenli aralıklarla gelen gıcırtı seslerini dinledi. Birisi merdivenlerden iniyordu. Karşısındaki pencereye baktı. Bir gölge ay ışığının girdiği pencerenin önünden geçti. Melih’in gözleri irileşti. O yaşlı cadı gecenin bu vakti niye bahçeye insindi? “Belki hayvanlar için artık yemekleri koyuyordur” dedi kafasındaki bir ses. “Bu saatte mi?” diye cevapladı bir diğeri. En iyisi kalkıp bakmaktı ama bacakları yataktan çıkmakta isteksizdi. Yine de kendini zorlayıp pencereye gitti. Tül perdenin arkasından görebildiği kadarıyla kuyuya baktı. Bir karaltı kuyunun önünde çömelmiş bir şeyler yapıyordu. Kollarının hareketinden anladığı kadarı ile kuyudan bir ip çekiyordu. Ne olduğunu net göremesede olanları ay ışığı altında belli belirsiz anlayabiliyordu. Kuyunun yanına koyduğu kovanın iplerini çözdükten sonra kovayı alıp arkasını döndü. Melih’e doğruca pencerenin arkasından kendisine bakıyormuş gibi geldi. Nefesini tutup yatağına koştu ve örtünün altına girdi. “Hayır, beni görmemiştir.” dedi kendine. “Odam karanlıktı ve beni görmemiştir.” “Hem susamıştır belki ve kuyudan su almak için inmiştir.” “O yaşta bir kadın nasıl kuyudan su çekebilir?” “Beni gördüyse bile ne olacak ki” Aklından bunları geçirirken sakinleşti ve tuttuğu nefesini yavaşça verdi. Yine de kadının merdivenlerden çıkarken çıkardığı gıcırtılar kesilene kadar örtünün altından çıkmadı. Sonra huzursuz bir uykuya daldı.


Akşam olduğunda Melike çok heyecanlıydı. Melih de onunla gelmek istemişti. İlk kez bir ressam göreceği için heyecanlı olduğunu söyledi. Ama asıl amacı ablasını yalnız bırakmak istememesiydi. Eve geldiklerinde Melda Hanım onları bekliyordu. Melih’i gördüğüne sevinmediyse bile bunu belli etmedi. Soldaki odanın kapısı bu sefer açıktı. Karşı duvarda bahçeyi gören pencerenin altında eski bir berjer vardı. Tablodaki çocukların oturduğu berjerdi bu. Kapının sağında bir sandalye ve önünde de tuval hazır bekliyordu. Bu odada da her şey eskiydi ve eski kokuyordu. Tuvalin yanında bir sehpa vardı. Üzerinde fırçalar, boya kutuları ve bir palet vardı. Melda Hanım Melike’ye karşıdaki koltuğu gösterip kendi sandalyesine oturdu. Melih kapının ağzında duruyordu hala. Melda Hanım ona dönüp:

-Bir ressamın çalışmasını bitmeden izlemek uğursuzluk getirir, dedi.

Melih içeri girip soldaki küçük bir taburenin üzerine oturdu. Gözleri ablası ve yaşlı cadı arasında gidip geliyordu.

—Nasıl oturmalıyım? Böyle iyi mi, diye sordu Melike.

—Kendini nasıl rahat hissediyorsan öyle otur tatlım.

Melike arkasına yaslanıp rahat bir pozisyon aldıktan sonra hazır olduğunu söyledi.

Melda Hanım palete siyah bir boya döktü. Fırçasını alıp tuvale sürmeye başladı. Melih de odaya göz gezdiriyordu. Burada da tablolar vardı. Bazıları karşı duvara yaslanmış yerde duruyordu. Tabloların üzerinde tozdan sararmış bir örtü vardı. Bu odaya en son ne zaman girdi acaba diye düşündü. Odayı incelerken sehpanın yanındaki bir kova dikkatini çekti. Gece gördüğüm (veya gördüğümü sandığım) kova bu muydu diye inceledi. Kovanın yanından siyah, parlak bir sıvı akmıştı. 

—Melda teyze, su içebilir miyim, diye sordu Melih.

İsteksizce kafasını ona çeviren kadın zoraki gülümsedi.

—Tabii, mutfaktan alabilirsin.

Melih mutfağa gitti. Tezgahtaki sürahinin içinde su vardı. Bir bardağa doldurdu ve tadına baktı. Evet normal bir suydu bu. Tekrar odaya döndü.

—Suyu dışarıdaki kuyudan mı alıyorsunuz, diye sordu.

Kadın çalışırken rahatsız edilmekten hoşlanmadığını belli eder bir bakış attı küçük çocuğa.

—Hayır ufaklık. Onu da nereden çıkardın? Suyu zehirli olduğu için o kuyu kapalı ve yıllardır kullanılmıyor. Neden sordun?

Melih dün gece gördüklerini sormak istediyse de vazgeçti. Sadece omuz silkti ama gözü kovadaydı hala. Yanından akmış olan siyah sıvı paletteki siyah boyaya benziyordu.

—Boyalarınızı nereden alıyorsunuz, diye tekrar araya girdi Melih.

Kadın sinirlenmeye başladığını belli eden bir nefes alıp verdi.

—Öyle her yerde bulamayacağın özel bir boyadır bu ufaklık. Kendim hazırlıyorum. 

Melda Hanım Melih’in gözlerinin kovaya kaydığını farkettiğinde yüz ifadesi değişti. 

Meraklı olmanı anlıyorum ufaklık. Ancak çalışırken odaklanmak çok önemlidir ve bölünmeyi hiç sevmem.

Gözlerindeki tiksintiyi gören Melih oturduğu taburede sinmişti. Ablası hemen söze karıştı.

—Sıkıldıysan eve gidebilirsin Melih. Ben de Melda teyzeyi çok yormayacağım zaten. Birazdan gelirim eve.

Melih isteksizde olsa kalkıp ablasına baktı ve iyi akşamlar dileyip evden çıktı. 

—Kardeşimin kusuruna bakmayın Melda teyze, dedi, kendisi çok zeki ve meraklı bir çocuk. Ve ilk kez bir ressam görüyor. Tabii ben de.

—Önemli değil canım. Sanırım bende biraz heyecanlandım. Uzun zamandır elime fırça almamıştım.

—Bitene kadar ne çizdiğinize bakamayacağım değil mi?

—Doğru tahmin ettin, dedi kadın gözleri parlarken.


Ablası eve geldiğinde Melih henüz uyumamıştı. Odasına gidip o gittikten sonra neler olduğunu sordu. Ablası da biraz konuşup kalktığını söyledi.

—Dün gece onu gördüm abla.

—Kimi? Melda teyzeyi mi?

—Evet. Kuyudan kova ile bir şey çektiğini gördüm. Sehpanın yanındaki kovaydı belki, emin değilim.

—Melda teyze belki altmış beş, belki de yetmiş yaşında olmalı. Kuyudan bir şey çekmesi pek mümkün gözükmüyor. Üstelik oranın yıllardır kapalı olduğunu söyledi.

—Evet, biliyorum ama ya yalan söylüyorsa?

—Bak canım kardeşim. Biliyorum ondan pek hoşlanmadın ama o sadece yalnız ve yaşlı bir kadın. Artık onun hakkında böyle şeyler düşünme olur mu, dedi ve kardeşinin ellerini avuçlarının içine alarak sıktı. Alnından öptü. Melih özür diledi ve ellerini çekip odasına dönmek istediği sırada ablasının parmak uçlarındaki siyahlığı gördü.

—Ellerine ne oldu abla?

—Ha bu mu, dedi ve parmaklarına baktı. Palet ve fırçaları incelerken elime bulaşmış olmalı. Ne kadar güzel bir renk değil mi? Çok hoş, çok zarif, çok güzel.

—Abla?

Melike dalıp gittiği parmak uçlarından ayrılıp kardeşine baktı. 

—Merak etme, yıkarım ve geçer.

—İyi geceler abla, seni seviyorum.

—Ben de seni kardeşim. İyi geceler.


Ertesi gün Melike yine bir saat kadar o odaya gitti. Melih gitmedi. Daha doğrusu ablası gelmesine gerek olmadığını söyleyip yalnız gitti. Geldiğinde çok yorgun olduğunu ve uyumak istediğini söyleyip hemen odasına çekildi. Melih kalkıp yanına gitmek istediyse bile onu görmezden gelip odasının kapısını kapattı. Babası bir şey mi oldu der gibi annesine ve Melih’e baktı.

—Kızımız ergenlik çağına girdi artık ve bazen yalnız kalmak isteyebilir, dedi annesi.

Babası olayı anladığını gösterir bir bakış atıp okuduğu kitaba döndü. Melih ise huzursuzdu. Yaşlı cadının ablasına bir şey yaptığı düşüncesi aklından çıkmıyordu. Yatağında yattı ve “O sadece yalnız ve yaşlı bir kadın.” “Tekrar resim yapma fırsatı bulduğu için heyecanlı.” “Ayrıca erkek çocuklarını da sevmediği belli.” şeklinde düşüncelerle kendini rahatlatmaya çalıştı ancak uykuya dalarken kafasındaki huzursuz düşünceler hala oradaydı. Melih uykuya daldığında Melda Hanım’ın merdivenlerden inip kuyuya gitmesini ve elindeki kova ile geri dönmesini de duymadı.


Sonraki üç gün boyunca Melike her akşam resminin çizildiği o koltukta bir saat kadar oturdu. Her geçen gün tuvaldeki boşluklar azalıyordu. Melike artık akşam yemeklerini çok az yiyordu. Gözlerindeki boş ifade sadece Melih’i tedirgin ediyor gibiydi. Anne ve babası okul, dersler veya sınavlar yüzünden stres yaptığını ve ergenliğinde buna sebep olabileceğini söylüyordu. Onlara göre bu geçici bir durumdu ve zamanla düzelecekti. Ancak Melih bundan o kadar emin değildi. Ablasında bir terslik olduğunu seziyor ama ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu. Sanki ablası hayata küsmüş gibiydi. Eski neşesi ve enerjisi yoktu. Onunla da eskisi gibi konuşmuyordu artık. Gidip kendi gözleriyle görmeliydi ve ertesi akşam ablası çıktıktan yarım saat sonra o da çıktı. Kapıyı tıklattı ve bekledi. Sabırsızlanıyordu ve tekrar tıkladı kapıyı, bu sefer biraz daha sert vurmuştu. Yaşlı kadın kapıyı açtı.


—Evet ufaklık, ne istiyorsun?

—Ablama bir şey söyleyecektim.

—Melike bu akşam gelmedi.

—Nasıl gelmedi? Yarım saat önce buraya gelmek için evden çıkmıştı.

—Olabilir ama buraya gelmedi.

Melih kapının açık kısmından içeriyi görmeye çalıştı.

—Abla! Abla! Orada mısın?

İçeriden ses gelmedi.

—Ne yaptın ona cadı!

—Büyüklerinle biraz daha saygılı konuşmalısın ufaklık.

—Bana ufaklık deme! Ablama bir şey yaptın sen biliyorum. Abla!

Kadını kenara itip kendini içeri attı. Kadının dur ne yapıyorsun demesine aldırmadan çalışma odasına daldı. Berjer boştu. Tuvalde ablasının bitmiş resmini gördü. Gözleri korku içindeki ablası ondan yardım istiyormuş gibi bakıyordu. Kadın hızla odaya girip sandalyenin üstündeki örtüyü tuvalin üstüne attı.

—Başkasının evine izinsiz giremezsin ufaklık. Derhal evimi terk et!

Melih ablasına birkaç kez daha seslendi ama cevap alamadı. Gürültüyü duyan anne ve babası koşarak geldiler. 

—Ne oluyor burada? Melih ne yapıyorsun oğlum? dedi babası. 

—Ablam yok baba. Bu kadın ona bir şey yaptı!

—Nasıl yok, ne demek bir şey yaptı? Melda Hanım ne oluyor?

—Bilmiyorum Mustafa Bey. Bu ufaklık gelip ablasını sordu, ben de burada olmadığını söyledim. Bana inanmayıp evime zorla girdi.

Melih bir şey söylemek için ağzını açacak oldu ama babası susturdu onu.

—Resim çalışması için size gideceğini söyledi bize. 

—Evet, resmi bugün bitirecektik. Bende onu bekliyordum ama belki ödevi filan vardır, ondan gelmemiştir diye düşündüm. Buyurun, içeri bakın isterseniz.

Anne ve babasının yüzlerinden giderek artmakta olan panik okunabiliyordu. Annesi öne atılıp içeri girdi ve hızlıca odalara baktı. Melike yoktu. Dışarı çıkıp kafasını salladı.

—Tamam, panik yapmayalım. Sen polisi ara, ben de etrafa bakacağım, dedi babası.

Melih de babası ile birlikte sokağa koştu. Ablasının ismini bağırarak sokakta onu aradılar. Babası Melih’i annesinin yanına gönderdi ve arabaya binip gözden kayboldu. Melih koşarak arkadaki kuyuya gitti ve tahtaları kaldırmaya çalıştı. Tahtalar yerinden kıpırdamadı. Melda Hanım kapısının önünde onu izliyordu. Melih ayağa kalkıp ona baktı. Kadının yüzünde yine o sinsi gülüşü gördü. Ama bir şeyler farklıydı. O an korkudan ve aklı sadece ablasında olduğundan kadında neyin farklı olduğunu anlayamadı. Annesinin yanına döndü. O da sokağa çıkmış, kızının ismini bağırıyordu. Gidip annesine sarıldı. Gözyaşları akmaya başlayan annesi oğluna sıkıca sarıldı.

—Onu bulacağız oğlum, merak etme.

Melih’in gözleri de ablasını bir daha göremeyeceği korkusuyla dolmuştu. Yaşlı cadıda neyin farklı olduğu düşüncesi kıymık gibi beynine takılmıştı ve bir yandan da onu düşünüyordu. Polisler geldiğinde durumu anlattılar. Son günlerde iştahının olmadığını ve içine kapandığını dinleyen polisler bunun bir evden kaçma vakası olabileceğini ve çok çabuk fark ettikleri için kısa zamanda bulacaklarını söylediler. Melih ev sahibesi ile de konuşmak isteyen memura yolu gösterdi ve birlikte üst kata çıktılar. Kadın tüm sorulara cevap verirken Melih’te kadını inceliyordu. Beynine takılan kıymıktan kurtulmak için bir ipucu aradı ama neyin farklı olduğunu bulamadı. 


Haftalar geçmiş Melike’den bir haber alınamamıştı. Babası çok belli etmese de annesi perişan haldeydi. Polisler olayın kaçırılma olabileceği ihtimalini de değerlendirdiklerini ve arama alanını genişlettiklerini söyleseler de bu ailenin yüreğine su serpmemiş aksine daha da çökertmişti. Melih bahçede bekleyip kadını gözetlemeyi kendine görev bilmişti ancak kadın o günden sonra dışarı hiç çıkmadı. Sadece çalışma odasının penceresinden birkaç kez gördü onu. Annesi o evde daha fazla kalmak istemediğini söylediğinde Melike’nin kaybolmasının ardından birkaç ay geçmişti. Evden ayrılmadan önce Melih de babası ile birlikte üst kata çıktı. Kadın müsait olmadığını söyleyerek kapıyı açmadan konuştu. Çok üzgün olduğunu da ekledi tabii. Melih kadının aslında bir şey sakladığından neredeyse emindi. Ama ona kimsenin inanmayacağını biliyordu. Babası veda ettikten sonra aşağı indiler ve o mahalleyi terk ettiler. Melih ertesi yıl ablasının kaybolduğu gün evin önüne geldi. Kadın evde yoktu. Bahçe bakımsızdı. Sonraki yıllar da gelmeye devam etti ve kimseyi bulamadı. Kadının öldüğünü düşünüyordu. Ta ki üst katın penceresinde ışık gördüğü geçen haftaya kadar.


Tüm bu anılar aklından hızla geçerken yirmi yıldır beynine saplı duran kıymık yavaşça çıkmaya başladı. Tanıştıkları gün kadının, “Gençlik enerjisinin tadını bende bilirim.” sözü geldi aklına. Pencereden sürekli ablasını izlemesi, ona olan ilgisi ve bakışlarını hatırlıyordu. O gün kadında fark ettiği ama tam olarak anlayamadığı o farklılığı da biliyordu artık. Kadının saçındaki beyazlar azalmıştı! Nasıl da gözümden kaçtı diyerek kendine kızması bir işe yaramazdı artık. Zira o sadece on yaşında korkmuş bir çocuktu. Kıymık artık tamamen çıkmıştı. Biliyordu. Kadın ablasının gençlik enerjisini çekip almış ve onunla gençleşmişti. Peki ama ablasına ne olmuştu? O neredeydi? Onun ölmediğini biliyordu. Öyle olsa kadının evine dalıp odaya baktığında ablasının eşyalarını veya en azından kan görürdüm diye düşündü. Kadın Melih’in yüzündeki “her şeyi çözdüm” aydınlanmasını gördü ve sırıttı.

—Demek sırrımı artık biliyorsun.

—Ablama ne yaptın? Nerede o? diyerek kadının üzerine yürüyüp yakasına yapıştı. 

Kadın çevik bir hareketle Melih’in bileklerinden tutup iterek kurtuldu. Melih kadının gücü karşısında afalladı.

—Büyüklerine karşı saygılı olmayı hala öğrenememişsin anlaşılan, diyerek aşağılayan bir ifadeyle baktı. 

Melih kadına vurmak için yumruğunu salladı ama kadın aynı çevik hareketle kenara çekilince Evin içine doğru sendeledi. 

—Hayır hayır. Hiç yakıştıramadım sana ufaklık.

Ufaklık kelimesi Melih’i daha da sinirlendirdi. Sendelediği yerden doğruldu ve tüm gücünü kullanarak kadının üstüne atıldı. Kadın güçlü kolları ile onu durdurup itti. Melih açık duran kapının ağzına sırtüstü düştü. Vücudunun üst kısmı evin içinde bacakları dışarıda kalmıştı. Kadının gözlerindeki acımasız bakışlar karşısında yüreği korkuyla doldu. Aynı zamanda vücuduna adrenalin pompalanıyordu. Kadın pençe gibi ellerini birleştirip boynunu sıkmak için öne uzatarak Melih’in üzerine atıldı. Melih son anda bacaklarını kendine çekti ve ayaklarını kadının göğsüne dayadı. Adrenalinin verdiği kuvvetle kadını üzerinden itti. Hızla geriye savrulan kadın eskimiş merdiven korkuluğunu parçalayarak aşağı düştü. Kırılan tahtaların sesleri arasında kadının çığlıkları giderek uzaklaştı. Melih doğrulup aşağı bakmak için yanaştı. Yukarıdan bakınca dev bir solucanın ağzına benzeyen kuyunun tahtaları kırılmıştı. 

—Lanet cadı, dedi ve arkasından tükürüp eve girdi. Önce çalışma odasına baktı. Her şeyin üzeri örtülüydü. Uzun zamandır kullanılmamış gibiydi. Ablasının kadını ne kadar gençleştirmiş olabileceğini düşündü. Yirmi yıl mı? Otuz mu? Kadının şimdiki yaşına ve kuvvetine bakarak hızla bir hesap yaptı ve en az elli yıl gençleştirmiş olmalı diye düşündü. Oturma odasına girdi. Ablasının tablosu oradaydı. Onun korku dolu yüzünü görünce gözlerinden bir kaç damla yaş süzüldü. Ablası ve diğer tablolardaki çocuklar yardım dilercesine bakıyordu Melih’e. 

—Ne yapmam gerekiyor? Sizi nasıl kurtaracağım?

Hiçbiri cevap vermiyordu. Sadece ona bakıyorlardı. “Kurtar bizi!”

Gözlerindeki yaşları elinin tersiyle sildi. Telefonunu çıkarmak için ceplerini yoklarken eli çakmağına değdi. Çakmağı çıkarıp yaktı. Tablolardaki çocukların yüzlerindeki korku ve yardım çığlıkları yerini umut dolu bir ifadeye bıraktı. Ya da Melih’e öyle geldi. Resimler yüz ifadelerini değiştiremezdi ama öyleydi işte. Ablasının gözleri parlıyordu. Çakmağın alevi parlak siyah boya üzerinde parlayarak tüm çocukların gözlerini doldurdu. Melih bir elindeki çakmağa bir tablolara baktı. Ablasının tablosunun köşesini tutuşturmak için çakmağı yanaştırdı. Yıllanmış tuval hemen alev aldı. Önce küçük olan alevler hızla tabloyu sarmaya başladı. Alevlerin arasında ablasının gülümsemesini gördüğünü sandı. Sonra alevler tüm tabloyu kapladı ve yanan siyah boya tablodan akarak ahşap zemine düştü. Melih’in içini bir huzur kaplamıştı. Ablasının artık acı çekmediğini ve huzura kavuştuğunu bilmenin huzuruydu bu. Diğer tablolara bakarken dışarıdan acı bir çığlık yükseldi. Melih açık duran kapıya baktı ve çığlığı tekrar duydu. Koşarak kapıyı kapattı ve odaya döndü. Tablodaki alevler arkasındaki ahşap duvarıda sarmaya başlamıştı bile. Eski tahtalar tutuşmaya dünden hazır gibiydi. Hızla çakmağını çıkarıp duvardaki diğer tablolardan bazılarının daha köşelerini sırayla tutuşturmaya başladı. Kapı yumruklandı. Melih yanan tablolara son kez bakıp koridora çıktı ve çalışma odasına koştu. Tam odaya girdiğinde kapı parçalanarak açıldı. Vücudu siyah balçık gibi sıvıyla kaplanmış kadın çığlık atarak odaya koştu. Ona gençlik enerjisini veren ve tablolara hapsettiği çocuklar birer birer yanıyordu. Melih ise özgürlüklerine kavuşuyorlar diye düşünüyordu. Çalışma odasındaki tuvali de tutuşturmaya çalışırken kadın arkasını dönüp çalışma odasına geldi. 

—Seni küçük pislik! Ne yaptığını sanıyorsun? Beni böyle alt edebileceğini mi sandın, ha?

Melih, üstünden balçık damlayan kadına baktı. Tablolar yandıkça yüzündeki kırışıklarda artıyordu. Kadının yüzünde öfkenin yanı sıra korku ve acı da vardı. 

—Bence işe yarıyor gibi cadı, diye cevap verdi.

Kadın ellerini öne uzatıp atıldı ancak sendeleyip düştü. Melih kadına baktığında ayağının yerinde olmadığını gördü. Tahtakurularının içten içe yediği bir tahta parçası gibi ufalanmıştı. Kadın acı ve öfke dolu gözlerle kafasını kaldırdı. Saçları hızla beyazlayıp seyreldi ve ufalandı. Kadın ellerine baktı. Onlar da hızla kırışıp kararmaya başladığında acı dolu bir çığlık attı. Melih olanları inanamayan gözlerle izlerken burnuna gelen yakıcı dumanla kendine geldi. Ceketini yüzüne kaldırıp yerde inleyen ve kıvrılan şeyin (Ona artık yaşlı kadın veya cadı diyemezdi.) etrafından dolanarak koridora çıktı. Alevler çoktan koridoru sarmıştı. Son kez odaya baktı. Elindeki çakmağı yakıp yerde kıvranan şeyin üzerine attı. Siyah balçık anında alev alarak parladı ve çalışma odasını kapladı. Melih kendini son anda dışarı atabildi. Az daha kırık korkuluktan aşağı düşecekti. Merdivenlerden koşarak indi ve sokağa koştu. Arabasının kapısını açıp son kez eve baktı. Yükselen siyah dumanlar arasında parlak beyaz bulut kümeleri gördü. Veya gördüğünü sandı. Tüm bu gece ona hayal gibi geliyordu. Diğer apartmanlardan birkaç ışık yanınca hemen arabasına binip uzaklaştı. Dikiz aynasından dumanların arasından yükselirken rüzgarda dağılıp kaybolan beyaz bulut kümelerine baktı. 

—Artık özgürsünüz, dedi ve bir daha arkasına bakmadan uzaklaştı.


Ertesi gün haberlerde eski ahşap bir evin yandığı haberini gördüğünde televizyonun sesini açtı. Sunucu evin yıllardır kullanılmadığı için boş olduğunu ve can kaybı olmamasının sevindirici olduğunu söylüyordu. Evin önünden çekilmiş bir görüntü gösteriliyordu. Yetkililer evin bahçesindeki kuyunun tehlikeli olduğunu ve betonla kapatacaklarını söylüyordu. Melih televizyonu kapatıp komodinin üzerindeki aile fotoğrafına bakıp ablasına gülümsedi.


2022