Ordudaki görevine son verilen Selim Pusat düş ile gerçek arasında yaşadığı sıra dışı olaylar ve hiç hesapta olmayan bir aşk arasında dönüp durur. Kitap bize sert, radikal bir karakterin buhranları ve hapse girdikten sonraki hayatının yanında bize çaresiz bir eş ve hiçbir şeyden habersiz bir çocuğun portresini çizer. Aynı zamanda geçmişten ve Türk tarihinden bazı motifleri de barındırır.


En kuvvetli insanların da zayıf anları olur.


Selim Pusat karakterine karşı önyargılıydım aslında direkt yazara önyargılıydım diyebilirim. Atsız, sert fikirli biri. Görüşüme uygun olmayan fikirleri okuyup ufkumu genişletmeyi severim, bundan dolayı da okurken hep onun bakış açısını değerlendirdim. Ne de olsa bu roman onun zihninden çıkmadır. Otobiyografik olduğu söyleyenler de var fakat esas konu burada otobiyografi ya da biyografi olarak yazılması değil uzun yıllar hayatını adadığı bir işten koparılan bir adamın yaşadığı paranoya ve dramın nasıl aktarıldığı olduğunu düşünüyorum.


Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın


Yarı fantastik diyebileceğim olgular da karakterle bağ kurmamı sağladı. O şaşırmışlık, hayat arkadaşına karşı yabancılaşma, medet umduğu şeylerin hep geçmişten olması baya ilgimi çekmişti. Selim Pusat, çok yaralı biri ve bu yaralarını da artık tiksindiği dış dünyadan saklamaya karar vermiş bu yüzden kendi içinde yarattığı dünyada bu yaralara cevaplar almış. Antisosyal olmasına rağmen karısının öğrencileriyle de iletişim kurmaktan geri kalmıyor. Her insan gibi onun da sosyalleşmeye ihtiyacı var. Güntülü ise onu aşka inandırabilmiş bir kız. Sanrılarıyla beraber bu kıza kendisini öylesine şartlandırmış ki Selim Pusat, artık karısını bile önemsemez hale gelmiş. Çocuğuyla ilgilenmesi bile bir tiksinti içeriyor içten içe bu hayatı neden yaşadığını ve neden asker olmadığını sorguluyor. Çocuğuna rağmen bu hayat tiyatrosunda Selim Pusat da en sonunda en yakın arkadaşı gibi ‘’beklemeye lüzum görmedi." İşte böyle kesif bir yolculuğun sonunda ağızda kalan kekremsi tat ile Selim Pusat bize de veda ediyor.



Bu serüvene başladığımda hiç böyle bir son beklemiyordum, hatta başlangıcında Mete kısmına kadar ben de Selim Pusat gibi odaklanmadan hadi nerede artık esas karakterimiz demeye başlamıştım ki hemen sahneye çıktı. Malumunuz Atsız, radikal bir insan. Fikirleri kitabın her köşesinde ilmek gibi işlenmiş bundan dolayı rahatsız oldum diyemem ama aynı görüşte de değilim. Bir kitabı okumadan önce yazarı iyi tanımak, bir filmi ilk 5 dakikasında anlayıp akışı izlemek gibi oluyor. Asker psikolojisini anlamak için asker olmamız gerekli fakat yalnızın psikolojisini anlamamız için illa askere gitmeye gerek yok. Bu yüzden hapiste yalnız olduğu ve can dostunu kaybettiği dönemden sonra yaşadığı yabancılaşma o kadar iyi yazılmıştı ki, karakterin serüveni beni tam anlamıyla bağladı. Tutkuları ölen birinin kendisine yeni tutku araması ve bu tutkuyu hiç ummadığı bir yerde bulması kitabın hayat kadar gerçek olduğunun da bir kanıtı. Tutkular, yok olduğunda veya elimizden alındığında geriye bir boşluk kalır. O boşluk ne zaman ve nasıl dolar bunu yalnızca tercihlerimiz belirler. Bizi biz yapan şeyler yok olsa bile bir şekilde hayatı devam ettirebiliriz, kalbimiz attığı sürece. Bu yüzden bazıları beklemeye lüzum görmez, bazıları beklerken.



Senin herkes dediğin kalabalık içinde cahilleri, hainleri, budalaları bol bol barındıran bir kuru gürültüdür. Çünkü herkes dediğin şey bir hayvan sürüsüdür.