Geçtiğimiz günlerde dükkanım hiç olmadığı kadar sessizken, iç tarafta kendime bitki çayları ve efsane olduğunu düşündüğüm karışımlar hazırlarken kapının açılma sesiyle üstündeki zilin çaldığını duydum. Herhalde yeni bir müşteri geldi. Sonra dedim ki neden düşünmüyorsun eski bir dost olabilir diye? NEYSE...

Kafamı uzattım ve gördüğümle kendimi ufaktan azarlamakta haklı olduğumu fark ettim. Kendime karşı kendim haklı çıktı yani. Nasıl oluyorsa...

Gelen ruh tercümanı...

Görüşmeyeli uzun vakit olmuştu. O anı size anlatamam -böyle dediğime bakmayın, anlatmaya çalışacağım-

O kadar mutlu oldum ki. İçimdeki kıpırtı alnımdaki kırışıklığa parmak sallıyordu git buradan, sıra bende diye. Güldüm... Zorlansam da belki onu en son gördüğümden yana ilk kez ağzım kulaklarıma varıncaya kadar güldüm. İçim, kalbim titredi; onların titreşimi vardı, ellerimi buldu. Bunların hepsi 30-40 saniyede olurken hipnoz olmuşuz gibi o bana, ben de ruh tercümanıma bakıyordum. Onun da elleri titriyordu. Ellerini ellerime hapsettim, zar zor iki kelimeyi bir araya getirip usulüne uygun bir Hoş geldin bıraktım avuçlarına. Eee, o kadar vakit olmuş, getirdiği birkaç malzemeyi kenara koydu. Benim kalbimin yanındaki boşluğu onun kalbi doldursun diye sarıldık. Sımsıkı sarıldık...

En güzel yeri gösterdim oturması için. Oturduk ve koyu bir muhabbet sardı etrafımızı. Bir yandan tam geldiği an hazırlamakta olduğum bitki çayımızı yudumluyor, bir yandan bu vuslatın gerçekleşmesi hayal gibiyken var olduğuna inanmaya çalışarak muhabbetin en uç seviyesine yükseliyorduk.

Beynimin bir köşesinde ise şu dönüyordu:

''Ne ara böyle bağlandık, ne ara ayrıldık da ne ara birbirimize hasret kaldık? Bizi böyle dost yapan, ruhumun tercümanını bulduran sebep ne?''

O sırada yolda başından geçenleri anlatıyordu. Şoförün acayip halleri, muavinin kabalığı kalp evine sel gibi uğramıştı dostumun. Beni de bilirdi, gelemezdik böyle hallere. Kalbimiz hassas ipek gibiydi adeta. Benim kafamda bu dostluğun sebebini bulma düşüncesi, onun dilinde kalbinden gelen hüzün seli varken sanki aklımı okumuş; soruma cevap aradığımı fark etmişçesine gözlerimin içine baktı boncuk boncuk ve bana şu cümleyi kurdu:

"Hüzünleri ve acıları müstesna olanların, dostları da dostlukları da müstesna olurmuş. Biz de seninle müstesna hüzünler üzerine müstesna sevinçler ilave ederek müstesna bir dostluk kurduk. Ruhunu bu kadar yorma. Geldiğimden beri ağzın konuşuyorum zannediyor ama ruhunun gürültüsü sesini bastırıyor. Ruhunun sesini sen hissediyorsun ve herkes duyacak diye bekliyorsun. Unutma, müstesna haller yürekle hissedilir ve anlaşılır. Onları sıradanlaştırma. ''

Ruh tercümanım gelmişti ve geçmişti yine ruhumun içinden, ince bir meltem yeli gibi...