19 Eylül sabahı sevdiğim adamın kollarında ölü bulundum... Ölmek için güzel bir mevsim sonbahar. Yaprakları dökülen ağaçlar, yağmur sonrasındaki toprak kokusu, ölüm kokar hepsi. O gün nefes alıyordum, kalbim atıyordu ama bir şeyler eksikti. Gözümü açtığımda kollarında sabahladığım adamın, güneş gibi ısıtan yüzüne değil de, soğukluğu çarpmıştı yüzüme. Ölüm acıtmaz, incitmez sanırdım. Ama anladım ne denli acıttığını. İçimdeki fırtınayı dindirmek için çığlıklar atıyordum, kimsenin duymadığı. İki farklı bedende tek parçaydık oysaki, şimdi ise hiç olmuştuk. Provası yoktu bu yaşadığımın, direkt gösterime çıkmıştı. O gün en çok canımı yakan soğukluğu değildi, bunu kabullenişiydi. Belki de beni öldüren buydu. Ben ise her şeye rağmen onun soğukluğunu, sırtındaki yüklerini alıp buradan gitmek istedim. Ona hiçbir acı bırakmadan. Gitme kal ya da beni de yanına al demesini. İşte ben hissettiğim duygunun ne olduğunu anlamıştım. Evet ölmüştüm, ama bedenim değil, ruhum ölmüştü. Ruhsuz bir beden de acı çekermiş.