Islanmayı çok severken,

Yüzmekten korkmaktı seninki.

Yağmura duacıydın ama yağmur damlalarıyla savaşırdın.

Hep bir ışık bekledin

Camından içeri sızınca da perdeleri sonuna kadar kapattın.

O mavi bulutlar hayatının ortasına yerleşirken,

Kendini görememekten korktun.

Seni yutmasından,

Seni dönüştürmesinden…

Ama dönüşümün çoktan içinde başlamıştı.


Geçen bütün günlerinde

Kendine acıdın,

Belki yarandan daha çok acıdın.

Her gece beyninin içinde dünyalarını çarpıştırdın.

Hangisinin içine sığacağından,

Bir türlü emin olamıyordun.

Hoş, emin olsan da bir önemi yoktu.

Hiçbir zaman bir kazanan olmazdı.

Bu yüzden hiçbir yere ait olamadın.

Bu yüzden de hiçbir gece yatağına uzanamadın.


Doğmamış şeylerin var olmamış sancılarını çektin.

Yaşanmamış hislerin yaratılmamış izleri seni sardı.

Hiçbirinden kurtulamadın.

Kabuslarını rüyalarına çevirdin.

Bile isteye uykuya yattın.

Uyandığın geceler siyah gökyüzünde güneşi gördün

Artık hangisi sabah,

Hangisi gece ayırt edemiyordun.


Ansızın bir el sana doğru uzandı.

Bütün kapılarını kapattın.

Var olmamış bütün kilitlerini 18 defa kilitledin.

Korkudan ölüyordun,

Çünkü o eli tutabilirdin.

Ah nasıl bir felaket olurdu o!

Korkudan ölüyordun,

Çünkü o eli tutmak istemiştin.


İnanılmayı bekledin kendine bile inanmazken

Aynaya baktığında kendini göremeyen biri,

İnsanlara kendini nasıl gösterecekti?

Peki ya insanlar göremedikleri şeyi nasıl sevebilirlerdi?

İnanırlardı pek tabii ama sevgi boşluğa sarılamazdı.

En büyük korkun buydu, denemekten bile kaçtın.

Aynalarda boşluklar yarattın.

Simsiyah duvarlar oldu aynalar senin için,

İnsanların yüzlerini çevirdikleri parıltıdan sen hep gözlerini kaçırdın.

Belki sen bile görmezsen kimse görmezdi,

Yok olurdun.


Var olmayarak sevilmeme acısını dindirmeye çalıştın.

Sevilme ihtimalini sıfıra indirerek,

Bir yara açılma riskini yok ettin.

Çünkü başka türlüsüne inanmıyordun.

İnanmaktan öte, sevemiyordun.

Çünkü sevgi boşluğa sarılamıyordu.

Gerçeğin buydu.


Hiçbir şeyle dolduramadığın boşlukların vardı.

Kendi kalbinin parçalarıyla tıkamaya çalıştın.

Ama hayatındaki hiçbir eksikliğin yerini tamamlamaya çalışmak,

O yaşlarda senin görevin değildi.

Öğrendiklerine tutundun.

Yaralı bir çocuktan,

Olmaması gerektiğini bile bile,

Bir savaşçı yarattın.

Kalbinin karnı çok acıkmıştı.

Bu yüzden de ne bulduysa yemeye çalıştı.

Yalanlara çok doydu;

Ama acı inlemesi hiç dinmedi.


Aylar geçti.

Kendini kandırdığın aylar seni sürükledi.

Peşinden sürüklendi…

O el hâlâ kapında duruyordu.

Ama senin ellerin hâlâ yalnızdı.

Kapı deliğinde bir göz vardı.

Seni gözetlemeyen,

Ama seni gözeten…

Sığındığın odanın en uzak köşesinden,

Ona bakmaya çalıştın gizlice.

Gördüğün o mavi rüya,

Seni kandırmak üzereydi.

Hâlâ korkudan ölüyordun.

Ah nasıl bir felaket olurdu bu!

Korkudan ölüyordun,

Çünkü uyumak istiyordun.


Odanın içinde dolaşmaya başladın,

Belki biraz da perdeleri araladın.

Kendine fısıldıyordun:

Neden hâlâ bekliyordu?

Sana dokunmak mı istiyordu?

Senden çalabilirdi?

Bu yüzden bekliyordu?

Karar verdin.


Geçmişin duyulmayan sesleri var,

Geleceğin konuşulmamış sözleri olduğu gibi.

Anın ise gürültülü, yıkıcı fısıltıları var,

Karanlıkta siyah toz taneleri aramak gibi.

Kapının kilidini perdelerle beraber odanın içindeki çukura attın.

Kapıyı açarken tek bir ihtimalin gerçekliğine inanıyordun:

Belki de rüya kapanlarının rengi maviydi,

Ve sen çoktan bir tanesiyle göz göze gelmiştin.