Dünyaya gelme sebebi yarış kazanmak olduğuna inandırılan atlar görüyorum her tarafta. Başkalarını zengin ederken kendisini yalnızca hayatta tutmak için koşan...
Benim koşularımsa rüzgarı suratımda hissetmek için...
Kaçıyorum alışmam gerektiğini söyledikleri ne varsa.
Ah tanrım! Ah anne! Sizin için hayal kırıklığıyım. Buna üzülemiyorum.
Sanırım zaman aşımından dolayı ya da hiç umursamadım.
Ah tanrım! Ah baba! meşgul olduğunuza eminim.
İhtiyacım olsa bile sizden bir istekte bulunmamaya karar vereli uzun zaman oldu.
Kendimi anlatmaya harcadığım mesainin tek getirisi, anlaşılma beklentimi ortadan kaldırmaktı. Kimseyi suçlamıyorum. Maalesef normal olan bu.
Rüzgarı hissedebileyim diye kendimi zora soktuğum gırla mesele, beni kaliteli bir kaybeden haline getirdi. Zaten kazanmak da kiralık. Hatta bu ekonomide sömürgeciden değilsen her şey kiralık. Ama mühim değil, sonuçta her şey kiralık. Biliyorum, bana haksızlık ediyorum. Popüler takıntılara sahip olsam şimdi düzenli bir döngüye yerleşmiştim bile.
Fakat terse esen o rüzgar tekrar fısıldıyor, tekrar kapılıyorum. Zaman geçiyor, mükafat yok.
Formüle uymadığımdan mıdır nedir. İçim sıkılıyor. Sanki bir çocuk, masanın ardındaki kadın tarafından verilen kağıt kalemle beni resmetmiş ve son dokunuşunda midemden göğüs kafesime kadar dairelerle karalamış gibi. Kalemin ucu kırılana kadar düzinelerce daire... Dayanaklarım silikleşiyor. İrtifa kaybediyorum. Önceden umursamadığım güruhtan artık nefret ediyorum. Ah sevgilim! Ben suçsuzum. Şimdi buralar fethediliyor. Biz yine de sevişelim. Sevişelim ki yarın daha tahammülsüz olduğumuzda birbirimizden bir anda gidelim. Belki kılıf uydurmaya, kavga etmeye sarf edeceğimiz eforla bir gün fazladan yaşarız. Gerçi bunu istiyor muyum bilmiyorum bile. Ölmeden önce teslim olmayı düşünen kaçaklara yakın hislerim.
Ve yazacağım duvarlara: Burada sadece kazanmak yok, bilin isterim.