"Simsiyah gecenin koynundayım." diyor radyodaki şarkı. Mahallenin ışıkları sönmüş, kalemin ucu körelmiş. Saat 2'ye geliyor. Odun çıtırtısı çıkmıyor artık. Bu saatten sonra odun atılmaz. Karşıdaki koltukta uyuyan köpeğimin nefes alışını duyuyorum arada. Kış olunca salonda uyuyorum. Sobanın sıcaklığıyla yüzümün ısındığını hissediyorum. Koltuk masanın hemen yanında. Soba koltuğun karşısında. Çaydanlıktaki su hala ılık gibi. Ada çayı içmeyi düşündüm, vazgeçtim sonra.
Tahmini bir saate koltuğa geçerim. Salondaki sıcaklıkla uyurum. Önce uzunca uzatırım ayaklarımı. Yumuşak yorganı omzuma kadar çekerim. Isındığımı hissettiğimde çoraplarımı çıkartırım. Hep böyle yaparım. Ayaklarım daha az üşür.
Önce bacaklarımı serbest bırakırım. Belime koltuğun beni rahatsız etmeyen sert kısmı gelir.
Belimdeki bütün ağırlığı bırakırım, sonra da omuzlarımı. Genelde yastığın köşesine koyarım başımı. Bazen bir araba geçer yoldan. Pencere kenarından tekerlek sesini duyarım. "Bu saatte kim, nereye gider?" diye düşünürüm. Karanlık beni korkutur. Etraftaki nesneleri seçebilecek kadar loş ışık yeterli. Defterimi ortadan kaldırdığımdan emin olmak isterim. Emin olunca bırakırım kendimi uykuya. Sabah olunca Turgut abinin çıtır çıtır güzel ekmeklerinden isterim. Ekmekleri sepete koyduktan sonra görüşürüz der gibi ellerini sallar. Bergamotlu çay da içerim kahvaltıda. Uyumaya başlasam iyi olur. Sabah 8-9 gibi kalksam yeter.