Kulağa iliklenmiş giyotin gibi fısıldıyor bu saatlerde şarkılar. İntihara kalkışan bir ressamın bilekleri yerine ellerini kesmesi gibi bir paradoks yaratıyor üstelik. Ve ben paslı bir girdabın içine sürüklenen bir demir yığını kadar güçsüzüm. Seni de benzetmeden kendime, hatırladığım gibi kal.

Üvey saçlarım soğuğun kirli ayazına dökülmüş tel tel. Yamuk bir perde gibi asılı yüzüm ve ruhsatsız taşıdığım suratım var. Ve küsuratı hesaplanmamış birkaç ince parmak.. Asılsızlığım okunuyor gövdemin kırık yanlarından. Silikliğim had safhada. Düşük cümlelerden, çapaklanmış fiillerden ve zoraki edatlardan nasibini almadan unuttuğum gibi kal.


Duvara damladığı kadarıyla konuştuğum bir gölge. Tartıştığım bir ayna. Yazamadığım bir monologla baş başayım. Nasıl istiyorsan öyle kal. Çünkü tartışmaya kapalı güzelliğin.

Her dilde tanımlanmaya müsait saçların, konuşmadan da anlatılabilecek gözlerin ve öpülmeden de hissedilebilecek pürüsüzlükteki dudakların. Ağlamaya namüsaitim, bakma bana. Öyle kal.


Süt gibi bembeyaz sayfaları çamurlarca kirletiyorum.. 

Hatırladığım gibi

Unuttuğum gibi kal.

Ama kal.


Çünkü ben bu aralar gökyüzünü çok gri görüyorum.