Sabahın beşinden beri attığı kaç küsürüncü oltaydı denize bilinmez. Çabası nafileydi. Tuttuklarını satmaktan geçmişti artık. Akşam karnını doyuracak kadar tutsa yeterdi. “Her gün kazanacak değilsin ya adam, bu sefer de karın tokluğuna çalış!” diyerek tekrar attı oltayı denize. Deniz durgundu, küskündü de sanki. Başka vakitler bu saatlere kadar kova kova tutardı. Akşam oldu mu da cepleri arpa dolu dönerdi eve. Amma bugün arpa nanaydı. Cebinden arpa çıkmasa bariydi. Halbuki bugün ne hayaller kurmuştu; tütün, peynir, zeytin bir de yanına bir küçük. Daha neler neler… Felekten bir gece çalardı iyisinden şöyle. Felekten bir gece dediğine bakmayın; garibin felekten gecesi işte. En mühimi de tütündü. Eksik etmezdi, edemezdi elinden tütünü ne de olsa. Neden içtiğini hatırlamayacak kadar uzun zamandır içiyordu. Bacak kadar çocukken almıştı ilk tütünü eline. O vakitten bu vakte bıyıkları sararmıştı artık. Dişlerine değinmeye bile kalkmıyordu. İyisi mi tütün hep lazımdı yani. “Ah ulan deniz! Ne olurdu yüzümüze gülseydin bugün. Hem atla deve değil ya istediğimiz ulan!” diye söylenmeye başladı. Böyle boş kovayla dönmek ağırına gidiyordu ne de olsa. Sövmek hakkıydı ona kalırsa. Hayal ettiği günün akşamı eve boş dönmek ona büyük darbe olurdu. Hem tütün alacak arpası da yetmezdi. Biraz ötedeki adamın kovasına ilişti gözü. “Ulan herifoğlu doldurmuş da doldurmuş. Namussuza kalsa denizde balık bırakmayacak ha!” diye adama çattı. Bereket adam duymadı yoksa eloğluna namussuz demek de neyin nesiydi. Bu kadar balıkla felekten bir gece yapardı insan ya!