Bizim oralarda derler ki hamileyken ciğer yediğinizde herhangi bir yerinize dokunursanız bebeğin orasında “ben” çıkarmış. Sabiha Teyzenin annesi ona hamileyken ciğer yemiş ve elini yanağına koyup düşüncelere dalmış. Yıllar sonra ne düşündüğünü bilemiyordu ama Sabiha Teyzenin yanağında kocaman bir “ben” vardı. Ne vakit bu konuşulsa Sabiha Teyze annesini dava edeceğini söyleyerek şakalaşırdı onunla.

           Sabiha Teyze güzel bir kadın sayılmazdı. Güzellik anlayışının tartışmalara neden olduğu çağımızda estetiğin ne olduğunu daha doğrusu nasıl olması gerektiğini ben bilemiyorum. Büyük ihtimalle tekele alınamayacak bir şeydir. Sabiha Teyzenin mavi gözlerinin güzelliğini çoğu kimsede görmediğimi biliyorum ama. Tebessümü ilk oğluna da yansımıştı. İkisi de kalbimde açan bir çiçek gibidir hâlâ.

           Ne zaman ders çalışmaktan ya da çocukluğumuzu bahane ederek sorumluluktan kaçınsak annemiz bize Sabiha Teyzenin ilkokulu bıraktıktan sonra çalışması gerektiğini anlatırdı. Önce şaşırır sonra çocuk aklıyla unuturdum. Şimdi düşünüyorum da nasıl taşımıştı ailesi bu yükü? Babası öldüğünde taş çatlasa on yaşlarında olmalı. Annesi zorla kayınbiraderiyle evlendirilmiş. Sır gibi saklanırdı bu olay ailede. Rastgele kulak misafiri olduğum zaman duymuştum. Amcasından bir kardeşi de olmuş sonrasında. Amcasını hiç görmedim hayatımda. Demek ki sonrasında ayrılmışlar. Parasızlık on iki yaşındaki çocuğu okulu bıraktırılıp çalışmaya zorlamış. Ne kadar bu olayı net hatırlasam da inanasım gelmiyor. Doksanlar çocukları hep böyledir; acı örneklere maruz kalıp sehpa üzerindeki kristaller gibi parlaması istenir. Tozlu örneklere bakılarak.

           Sabiha Teyze bölgedeki bir şirkette çalışmış en son. İlk zaman nerelerde çalıştı bilmiyorum. Orada tanıştığı kocasıyla evlenmiş. Kocasının ilçesine taşınmış. Kayınvalidesiyle birlikte yaşamaya başlamış. Onun emekli olduğunu da hatırlıyorum. Doksanların ilk yılında ilk çocuğunu kucağına almış. Gök mavisi gözlerinden midir bilmem kızlarına Asuman ismini vermişler. Ben doğduktan sadece üç ay sonra doğan Ömer’e ise klasik dede ismi verilmiş. Son çocukları dört yıl sonra doğmuş. Adı Aydın’dı ve kesinlikle zeki bir çocuktu. Bu üç kardeş de anneleri gibi şen ve komikti.

           Çocukken köpeklerden korkmama neden olan çok şey duyardım. “Sakın gözlerine bakma kızım. Saldırabilir,” derdi annem. Yıllar sonra korkulacak bir hayvan türü olmadıklarını anladığımda bir kez daha gözlerimi devirdim. Anılarda anlatıla durulur ki Sabiha Teyzenin çok kitap okuyan kardeşi o işe giderken yolda bir köpek ile korkutmaya çalışmış. Köpek de teyzeciğimizin üzerine çıkıp onu hırpalamış. Erkek çocuklarının bu yaramazlığı inanılacak gibi değil. Bir de gülmüş. Onlar bunu anlatırken gülerlerdi. Ben korkardım. Teyzemin de gözlerinde şimşekler çakardı.

           Anılarımda onu ilk gördüğüm zaman, bizim evdeki gündü. Bir sürü sevmediğim kadın vardı. Çünkü hepsi de bana “Hadi dans et,” bakalım demişlerdi. Yahu günde siz kadınların oynaması lazım. Neyse çocukluktan gelen “hayır diyememe” sorunum yüzünden geçtim ortaya oynadım azıcık. Nasıl utanıyorum ama. Hepsi gülerek el çırpıyor. Dansöz olacağım desem hepsi kızardı ama dansöz gibi olmamı da bekliyorlardı. Ulan kadınlar! Çabucak popomu sallayıp köşeye sindim. Sabiha Teyze dedi ki: Benim kızım senden daha güzel oynuyor. “Buyur senin kızın dansöz olsun o zaman,” diyemediğim için ayrıldım oradan. Eminim ki beni üzmek için söylemedi belki de gaz vermeye çalıştı. Yine kötü bir şeydi bu yaptığı. Yine de anlam veremiyorum.

           Sabiha Teyze’ye çok benzeyen aynı zamanda çok güzel yemek bir kardeşi daha vardı. Ama Sabiha Teyze’nin analıktan gelen bir doyurma gayreti vardı ki onun yemekleri ayrı güzeldi. Evde güzel bir sohbet eşliğinde çocuklarıyla yemek yiyorsam bu Sabiha Teyzenin yemekleriydi. Bahçede mangal ya da sobada yemek pişiyorsa ve biraz da kendine has farklılığı vardıysa bu sofra erkek kardeşinindi. Bu kardeşler çok komiklerdi ve ben de her defasında aptal aptal gülerdim. Ne vardı kardeşim komiklerdi çünkü. Zaten ben oldum olası severdim kalabalık aile sofralarını. Yabancı biri geldiğinde de üzülürdüm. Keyfimizi kaçıracak diye. Gıcık olurdum yetişkinlere misafirlere yemek ikram ettikleri için. Çünkü onlar yemek için geliyordu. Bitince de gidiyorlardı. Sofra şenlikti benim için. Bozmayınız efendim.

           Anlık komedi ustalarıydılar. O an gelişen ve sonrasında anlatıldığında komedi özelliğini yitiren ufak espriler yaparlardı. İçten gülüşlerle çabucak tükenirdi. Bir gün Sabiha Teyzelere oturmaya gittik. Mutfakta yemek, çay, tatlı ve en son da meyve servisi hızla verildi. Saat de gece yarısına yaklaşıyordu. Sabiha Teyze kutsal analığını son kalan meyveleri yiyerek gösteriyordu. Omuzları yorgunluktan düşmüştü. Önünde koca bir tepsi meyve kabukları vardı. Son dilim portakalı -portakal mıydı yoksa elma mı emin değilim- ağzına attı. Önündeki tepsiyi göstererek “Tabağım nasıl ama,” diyerek güldü. Bu o an çok komikti. Sonra anlatırken pek de komik olmadığını fark ettim. Şimdi yine gülüyorum ve beni güldürenin Sabiha Teyze olduğunu biliyorum. Onun sempatisi, verdiği huzur, mutluluk beni güldürüyormuş. Hiç unutmuyorum beni güldürdüğü anıları.

                                                                                                        Haziran/2023