Bize belirtilen adrese vardığımızda sokak sakinleri, pencereleri aralayarak kendi aralarında kimin başına ne gelmiş olabileceğiyle ilgili dedikoduya başlamışlardı bile. Kimisi falanca komşusunun filanca hasmı tarafından vurulmuş olabileceğini, kimisi falanca komşusunun karısını bu sefer öldüresiye dövmüş olabileceğini pencereden pencereye bağırarak sokakta bir rabarba oluşturdukları sırada, ben araçtan inip ihbarın geldiği adrese yöneldiğimde seçenekler daralmış olacak ki, sesler de azalmıştı. Bu sırada az önce kocasından dayak yemiş olabileceği iddia edilen komşu olduğunu sonradan anladığım kadın, çitlediği kabak çekirdeklerini tüküre tüküre komşularına söz konusu tahminle ilgili sitemkâr bir bağırış attığında sesler tamamen kesildi. Anlaşılan o ki kendisini döven kocasının komşular tarafından kınanmasından pek memnun değildi. Ahşap duvarlı eski bir müstakil evin kapısını çaldığımda, pencerelerdeki komşular tarafından burada oturan teyzenin başına ne gelmiş olabileceğiyle ilgili tahminler silsilesi başlamıştı bu kez. Ben hâlen kapının açılmasını beklerken mesai arkadaşım da şoför kabininden inip aracımızın arkasına koşarak sedyeyi indiriyordu. Binanın üst katında yanan bir ışık fark ettiğimde kapıyı tekrar çalıyordum. Bu sırada pencereler arasında dönen sohbete dahil edildim. Karşı komşu, burada yaşayan teyzenin tek başına yaşadığını, eğer ona bir şey olduysa kapıyı açamayacağını falan söylerken ben içeriden sesler duyuyordum. O da ilgisini diğer komşulara yönelterek zaten teyzeye bir şey olduysa ambulansı kimin çağırmış olabileceği hakkında yeni bir tahmin yarışması başlatmıştı bile. Bu esnada telsizden bir adam yaralama vakası için anons geçildiğini işittim. Mesai arkadaşım da elinde sedye, yanımda dikiliverdi. Yirmili yaşlarda delikanlı da sedyenin arkasında belirip icap ederse kapıyı kırabileceklerini söyledi, bizim aracın arkasında dikilen daha genç akranlarını göstererek. “Açıyorlar galiba kardeşim.” diyerek kapının arkasından gelen tıkırtılara kulak kesilmiştim ki; “Kimsin be akşam akşam!” diye sahibinin öfkesi ve tiryakiliği üzerine sirayet etmiş bir ses işittim. Ben mesleki sıfatımı söylerken de eski kapının kilitleri teker teker açıldı ve kapının açılmasıyla bu sesin sahibesinin 70 yaşlarında öfkeli ve tiryaki bir kadın olduğunu gördüm. Aynı kadın, aynı öfke ve tiryakilikle “Ne var!” diye bağırdı bu kez.


Dakikalar boyunca, huysuz ve tatlı bir kadın tarafından azarlandım. İhbarın asılsız olduğunu anlar anlamaz mesai arkadaşım sedyeyi aracın arkasına yüklemiş ve şoför mahalline yerleşmişti. Ben, sinirli teyzeyi yatıştırdıktan sonra mahalleliye sitemkâr bir şekilde bu yapılanın ayıp olduğunu beyan ettiğimde, bu mahallede tek sinirli kişinin bu huysuz teyze olmadığını fark ettim. Asılsız bir ihbarla daha fazla oyalanamazdık fakat mahalle sakinleri, pek de sakin davranmadıklarından karşılıklı bir münakaşa içerisine girmiş bulunduk. Mahallelinin argümanları; belki bizim yanlış adrese gelmiş olabileceğimiz, belki gerçekten ihtiyaç sahibi bir hastanın adresi yanlış söylemesi yüzünden şu anda bir yerlerde can çekişiyor olabileceği ya da velev ki birisi gerçekten eşek şakası yaptıysa, bunun bu mahallede olduğunun ne garantisi olduğu şeklinde sıralanıp giderken, ben etrafımı saran insanların arasından araca ulaşmaya çalışıyordum. Ne bu lüzumsuz münakaşayı devam ettirmeye, ne de daha fazla oyalanmaya niyetim vardı. Mahallelinin sakinliğinin kaybolmasına sebep olan şey; “Bizde ayıp olmaz hemşerim!” nidasıyla özetlenirken, kapısına dayandığımızı homurdanan teyze tarafındansa; yapacağımız işlere edilen bir takım münasebetsiz küfürlerle birlikte özetlenmiş, ben de aracıma binmiştim. Şoför arkadaşım, daracık sokaktan geri geri çıkmak durumunda olduğu için dikiz aynasında, az evvel kapıyı kırmaya gönüllü gençlerin kıkırdaştığını görünce, "Kesin bu piçler yapmıştır ihbarı." diyerek suizanda bulundu. Piçlerin aramayı yapıp yapmadıklarından emin değildim lakin bizi oyalamaktan keyif alıyor olmalıydılar ki, aracın arkasından çekilmiyorlardı. Bu esnada telsizden merkeze, vakanın asılsız olduğunu ve hasta almadığımızı bildirdim. Merkezden verilen cevap; bu durumda adam yaralama olayının bize sevk edildiği oldu. Meslektaşlarımın telsiz konuşmalarından olay yerine intikal etmekte olan ambulansın bir kaza sebebiyle tıkanan trafiğe takıldığı, daha yakında olduğu için de bu kazaya yönlendirildiği ve vakanın bize sevk edildiğini dinlerken biz hâlâ bu gudubet sokaktan çıkamamıştık. Zaten çıkmaz olan sokağın arkasına bir de son ses Cengiz Kurtoğlu çalan beyaz bir Şahin girmişti. Sanki sokağı terk etmeye çalışan bir ambulans yokmuşçasına, az önce kapıyı kırmaya gönüllü piçlerle sohbet ediyorlardı. Pencerelerdeki kadınların aralarında takip ettikleri sabah programındaki sapığın kim çıkacağıyla ilgili tahminler içeren yeni bir yarışma başlamış hatta bu yarışmaya çayını çekirdeğini alan komşu seyirciler bile dahil olmuştu. Bu sokağın kadınları, bir şeyler hakkında tahmin yürütmeden duramıyordu anlaşılan. Kadınların söz konusu sapık, genç delikanlıların makara yaptıkları mevzu, Cengiz Kurtoğlu’nun duvardaki bir resmin ne kadar da güzel durduğuyla ilgili bağırışları arasına mesai arkadaşımın “Çekilsenize oğlum, kör müsünüz!” şeklindeki bağırışı da korna sesiyle birleşince mahallede zirve yapan gürültü bir anlığına kesildi ve sahne Cengiz Abi’ye kaldı. Cengiz Kurtoğlu’na göre, söz konusu resim, çok uzaklarda sanki ona gel diyordu. Cengiz Abi, sadece bir cümleliğine sahnede yalnız kalabilmişti. Çünkü ilk palazlanan arkadaşlarından yüz bulan diğer delikanlılar da zaten hastamız olmadığı için ne acelemiz olduğuyla ilgili bizden hesap sormaya başladılar ve zaten hiç yaşanmaması gereken bir münakaşa tam yatıştı derken tekrar başlamış oldu. Halk sağlığına hizmet etmeye çalışan iki mesai arkadaşı olarak halkın bir kısmının sağlığına bizzat zeval getirmemek için kendimizi zor tutarak gençlere meramımızı anlatıyor, sabrımızın sınırlarında dolaşarak bu çıkmazı terk etmeye çalışıyorduk. Neyse ki; pencerelerdeki dedikoduya ara verilmiş ve delikanlıların anneleri de çocuklarını azarlayarak yolun açılmasına katkıda bulunmuşlardı da biz de nihayet bu çıkmaz sokaktan çıkabilmiştik. 


Dar sokaklardan oluşan mahalleyi terk ederek yeni vakamıza bir an evvel ulaşmak için can atan iki mesai arkadaşı olarak az önce yaşananları münasebetsiz küfürler eşliğinde değerlendiriyorduk. Muhataplarımıza yeterince aktaramadığımız sinirimizi, birbirimizin hararetini bileyerek üzerimizden atmaya çalışıyorduk ki; yeni bir muhatap edindik; arkasına denk geldiğimiz belediyenin çöp kamyonu! Camdan başımı uzatıp “Birader! Yol versene, ne yapıyorsun?” diye bağırdım. Yeni boşalttığı çöp kutusunu yerine koymak üzere yürüyen işçi bana dönüp “Biz de işimizi yapıyoruz kardeşim.” diye cevapladı beni arsızca. Arkadaşım, az önce yaşanan tansiyonun etkisiyle sirenini çalıştırmayı unutmuştu. Çöpçünün cevabının hemen akabinde sireni çalıştırınca bu sefer de herif sirenin samimiyetini sorgulamaya başladı. Çaresiz bize yol veren kamyonun arkasında dikilmiş, almadan geçtiği her çöp kovası yüzünden küfredip aslında acelemiz olmadığını, sırf kamyonun arkasına denk geldiğimiz için yalandan siren açtığımız iddialarıyla homurdanıyordu. Bu ağza alınmayacak iddialar, homurtulu küfürler arasında sokaktan çıkar çıkmaz hızlanarak kamyonu geçtik.


Dar sokakları terk edip nihayet caddeye çıktığımızda her zamanki gibi ihlal edilmiş bir emniyet şeridi ve kilit bir trafikle karşılaştık. Kilometrelerce ötede olmuş kaza yüzünden bütün trafik kilitlenmiş ve bu kilide maruz kalan her sürücünün sinirleri bizimki gibi gerilmişti. Bize yol vermeye çalışan iyi niyetli sürücüler, bu duruma engel teşkil eden diğer sürücülerle tartışıyor, bazen bu tartışmalar yolun açılmasının iyice uzamasına sebep oluyordu. Biz de yol açıldıkça ilerliyor ve görev yerimize bir an evvel ulaşmaya çalışıyorduk. İçinde bulunduğumuz durumu merkeze bildirip daha erken ulaşabilecek bir araç olup olmadığını sorduğumda aldığım cevap olumsuzdu. Sinirleri iyice gerilmiş iki mesai arkadaşı olarak bu asılsız ihbarı almasaydık çoktan asıl olay yerine varmış olabileceğimizi konuşuyorduk, münasebetsiz küfürler eşliğinde. Buraya gelmek için hareketlendiğimiz bölge, şu an binbir zorlukla varmaya çalıştığımız yere çok yakındı zira. Asılsız ihbar, mahallede ve trafikte yaşananlar tam olarak ne kadar sürdü emin değilim. Tahminen bir saat bile geçmemiştir, fakat birkaç gün gibi geçmişti.


Türkiye’de 112 servisine yapılan aramaların yüzde yetmişe yakını asılsız çıkıyordu ve bu asılsız aramaların yüzde yüzü gerçek hastaların mağduriyetlerine sebep oluyordu. Bu mağduriyetin en azından, en fazla birkaç ünite fazladan kanla telafi edilebilecek kadar olmasını dileyerek görev bölgemize ulaştığımızda söz konusu adam yaralamanın, aslında bir çocuk yaralama vakası olduğunu fark ettik. Geç kaldığımız için bize sitem eden mahalleli arasından yaralı çocuğun yanına ulaştığımızdaysa bu mağduriyetin bırakın birkaç ünite kanı, hiçbir şekilde telafi edilemeyecek durumda olduğunu. Sırtından iki kurşun yiyerek kaybedilmiş 16 yaşında bir hayat, ne birkaç ünite kanla, ne ağırlaştırılmış bir müebbet cezayla, ne de o gece mahalleliden yediğimiz dayakla telafi edilemezdi zira.