Sait Faik[1] Abasıyanık[2], 1906 senesinde Adapazarı’nda dünyaya gelmiştir. Çocukluk dönemleri, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi iki büyük harbe denk gelir. 1924 yılında ailesi ile İstanbul’a gelen Abasıyanık, İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenim görür ve ilk öyküsü olan “İpekli Mendil”[3]i kaleme alır. 28’de İstanbul Üniversitesi - Edebiyat Fakültesi’ne girer, iki sene sonunda ekonomi okumak üzere Fransa’ya gider. Fransa yılları, sanatında ve sanatçı kişiliğinde derin etkiler meydana getirir. 34’te babasının isteği üzerine Türkiye’ye dönüp ticarete atılır fakat bir süre sonra bu girişimi sonlandırır.


           Dergilere, gazetelere çeşitli şiirlerini ve öykülerini gönderen Sait Faik’in pek çok eseri bunlarda yer buldu. Üniversite dönemlerinde Beyoğlu’nda dolaşan ve kıraathanelerde vakit geçiren genç yazar, edebi muhitlerle de tanışmaya başladı. Bu dönemlerde on öyküsü ve bir adet yazısı Hür Gazete’de yayımlandı. Fakat Abasıyanık, bu öykülerin hiçbirini kitabına almadı.


           O, Modern Türk öykücülüğünün köşe taşı, “kökü kendisinde olan[4]” yazarıdır. Kısa öykü tekniğinden taşarak insanı, doğayı basit ve samimi yani iyi ve kötü taraflarıyla, olduğu gibi; şiirsel bir üslup ve usta bir dille anlatır. Kalıplaşmış bir hareketin veya muhtelif bir edebi anlayışın, tarzın takipçisi olmamıştır[5].


           Toplumsal konuları değil de bireyin toplum içindeki sorunlarını kaleme alan Abasıyanık’ın, genellikle kendi yaşamından yola çıkarak şehirli alt sınıf insanını (balıkçıları, işsizleri, tamircileri, tacirleri, kıraathane işletmecilerini vb.), o insanların yaşam biçimleri, isteklerini, dertlerini, korku ve sevinçlerini ele alarak “insanı ele alan, insanın hakikatini anlamaya çabalayan sanatçılar” sınıfında yerini buldu. Yazı hayatı boyunca “sorumlu avare, gözlemci balıkçı, çakırkeyf sirozlu, küfürbaz şair, müflis tacir, züğürt yazar, hamdolsun diyemeyen rantiye, anadan doğma çevreci” gibi türlü türlü sıfatlarla anılmıştır. Kaleme aldığı tüm türleri bir şairin duyarlılığında ve kendine has tarzıyla harmanlamıştır. O, anlık heyecanları yansıtan bir izlenimci ve -Fransa yıllarının edebi karakterine bir katkısı olarak- fovist ressamların üslubunu hatırlatan tarza sahiptir.


           Yazın hayatının başında André Gide'den çeviriler yapan yazarın daha sonra Fransa yıllarındaki anıları öykü halinde Varlık Dergisi'nde yayınlandı. Maddi olarak ilk kazancını 36’da Remzi Kitabevi’nden çıkan “Semaver” adlı öykü kitabı ile sağladı[6]. Bir mektubunda[7] dediği üzere; aylaklığı yüzünden yazdıklarını sağda solda unutuyor ve ayrıca yazdıklarının ilgi görmemesinden ötürü kırgınlık duyuyordu. İkinci kitabı olan “Sarnıç[8]”, 39’da Çığır Kitabevi’nden çıkmış olan on altı öykülük bir kitaptır. Her iki kitapta da Adapazarı, Burgazada ve Bursa’da geçirdiği çocukluğu ile İstanbul’da ve yurt dışındaki gözlemlerini aktarmaktadır. 


           1940’lı yıllara gelindiğinde ise üçüncü kitabı “Şahmerdan”ı yayımlar fakat bu sefer Fransa’daki gözlemlerine yer vermemiştir. Bu kitabın “Çelme” adlı öyküsüyle “halkı askerlikten soğutma” gerekçesiyle tutuklandı ve askeri mahkemeye sevk edildi[9].[10] Sonuç olarak yazar, davadan beraat etmiştir.[11] İkinci Dünya Savaşı sürerken, 1942 yılında bir süreliğine adliye muhabirliği yapar ve o sırada yazdıkları ölümünden sonra "Mahkeme Kapısı" adıyla basılır[12]. 40 ve 48’lerde yazmaya çok vakit ayıramayarak yalnızca “Yürüyüş, Büyük Doğu, İnkılapçı Gençlik, Servet-i Fünun” gibi çeşitli dergilere hikâyeler yollar. Muhabirliğe başlamadan önce “Medarı Maişet Motoru” adlı Yeni Mecmua dergisinin 75. ve 95. sayıları arasında yazdığı 19 bölümlük hikayesini kitaplaştırmak ister fakat basacak hiçbir yayıncı bulamaz. Sonunda Yokuş Kitabevi’nde basılır[13] ancak kitabı Bakanlar Kurulu Kararı ile toplatılır. Bunun üzerine yazın hayatı tekrar yavaşlama sürecine girer. İşte bu sürecin verdiği kırgınlığın etkisiyle “Lüzumsuz Adam[14]” adlı kitabı kaleme alır.


           1948’e gelindiğinde ise siroz hastalığı ortaya çıkmıştır. 50’de Varlık Yayınları tarafından “Mahalle Kahvesi” adlı kitabı yayımlandı. Gittikçe nükseden hastalığının aksine Sait Faik’in yazın hayatı en sağlıklı, en verimli günlerini yaşıyordu. Yine Varlık Yayınları’ndan “Havada Bulut, Kumpanya ve Son Kuşlar” yayımlandı[15]. 1953 yılında ABD’de Mark Twain Cemiyeti, modern edebiyata katkılarından dolayı “Onur Üyeliği Ödülü[16]” verdi[17], yazar bunun üzerine; "Dünya edebiyatına hizmet filan etmediğimi söylemeye ne hacet. Bu, üyelik verilebilmesi için uydurulmuş nazik bir sebeptir sanırım." sözlerini dile getirir. Aynı yıl, “Kayıp Aranıyor” adlı ikinci romanı Varlık Yayınları’ndan ve “Şimdi Sevişme Vakti” adlı tek şiir kitabı Yenilik Yayınları’ndan çıkar. 54’te “Alemdağ’da Var Bir Yılan” ve Georges Simenon çevirisi olan “Yaşamak Hırsı” adlı kitapları çıktı.


           11 Mayıs 1954’te geçirdiği bir krizle ebediyete kavuşur.

Sait Faik; André Gide[18], Jean Genet ve Comte de Lautréamont gibi isimlerden etkilenirken Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu ve Demir Özlü gibi isimlere de ilham olmuştur. Ölümünden sonra Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazarın adına her sene “Sait Faik Hikâye Armağanı” verilmektedir.


           Sait Faik, hayatı boyunca çevresine uyum sağlama konusunda oldukça zorlanan ve her şeyden şikâyet eden bir yapıdadır. Onun hikayelerinde, karakterlerine olumsuz yön vermemesi, iyi yanlarıyla yaratması “ideale ulaşma arzusu” olarak yorumlanır. Annesi onun için şöyle demiştir: "Şatafattan nefret ederdi. Dolabında her şey bulunduğu ve ailevi durumumuz iyi olduğu hâlde ekseriya başına bir kasket ayağına bir pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü gün ederdi."[20] Yaşar Nabi ise yine aynı şekilde: "Aristokrat değildi. Halktan üstün görünmeye çalışandan hoşlanmazdı. Herkes gibi olmak, herkese uymak isteği onda sonradan edinilmiş bir his değildir. Doğuştan gelme bir tabiattır[21],” demiştir. Sait Faik üzerine psikolojik denemeler kaleme alan Fikret Ürgüp ise şu sıfatları sarf eder; “çekingen, kendisini çevresinden ve kendisinden gizleyen, anlamak ve anlaşılmak istemeyen[22].” Ürgüp, Sait Faik üzerine önemli tespitlerde bulunmuş bir isim olarak şunları ileri sürmüştür: “Hayatı boyunca onu koruyan annesi, aynı zamanda Abasıyanık’ı, kendine olan güveni konusunda gelişimini olumsuz etkiledi.[23]”


“Münakaşalı durumlarda, ilkel iç tepkimelerden kuvvet alarak haşin, kavgacı ve isyankâr olur ve kimseye güvenmediğini belli ederdi. İnsanlara ve topluma inanmadığı için kendisi gibi geleneklere isyan edip o zamana kadar kabul edilmemiş hırsızları, cinsel sapıkları, toplumun içinden attığı kimseleri anlayıp onlarda yaşama hakkını savunan yazarları sever ve okurdu (Gide ve Genet gibi)[24]”. Öte yandan hakkındaki övgülere de karşı çıkar ve yazarlığından konu açıldığında işi kavgaya bile götürüp olduğu yeri terk eden bir yazardır.[25]


           Sait Faik Abasıyanık, modern Türk hikayeciliğin öncü isimlerinden olup getirdiği yeniliklerle yukarıda da zikredildiği gibi “kökü kendisinde olan” bir yazar olarak anılmaktadır. O, sıradan insanların yaşamlarını ve iç dünyasını ele alır. Ona göre insan sevgisi bütün sevgilerden üstündür:

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.[26]”


“Kitaplar, bir zamanlar bana, insanları sevmek lâzım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmişler. Hayır, şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Kitaplar dediğime bakıp da büyük ilmî kitaplar yahut da dört meşhur kitaptan birisini okuyup iman ettiğim sanılmasın. Şiirler, romanlar, hikâyeler, masallar bana bu ilmi tahsil ettirmişlerdi.[27]”

Abasıyanık, toplum dışına itilmiş, suçlu durumuna düşmüş insanları hikayelerinde güzel bir ortamda görmek ister. Onun anlatıcıları; hak, emek, insan sevgisi ve insana acıma duygusuyla hareket etmektedir.


Sait Faik Abasıyanık’ın hikayeciliği Fethi Naci’ye göre; 1936-40 arasındaki ilk dönem öyküleri, 1948’de yayımlanan Lüzumsuz Adam ve 52’de yayımlanan Son Kuşlar sonrasında ise ölümüne kadar yazdıkları -Alemdağ’da Var Bir Yılan- öyküler olarak üç kategoride ele alınabilirken A. Özkırımlı’ya göre ise; dört kategoride incelenmesi gerektiği savunulur. Bunlar; çocukluk yılları anıları, Fransa yılları, İstanbul’un kenar mahallesinden yaşayan insan portrelerini ele aldığı öyküler ve adada balıkçılarla geçirdiği günlerdir.


İlk dönem hikayeciliğinin ürünleri olarak Semaver, Sarnıç ve Şahmerdan kitapları örnek gösterilmektedir. Sait Faik’in ilk kitabı olan Semaver oldukça zayıf bir kitaptır. İlk dönemlerde emekçiden yana olup sömürücülerin karşında yer alır. Öykülerinde ele aldığı insan tiplerinin günlük hayatta bir karşılığı olduğu için onun hikayeciliği Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Refik Halit Karay’ın hikayeciliğine yaklaşmakta iken sosyal gerçeklik yönü ile de Sabahattin Ali’ye yaklaşmaktadır.[28] O, bu insanları ele alırken kuramsal hiçbir kavramdan yararlanmamakta olup ideolojik sanatın dışındadır, gerçekliği beş duyuya bağlıdır[29]. Asaf Halet Çelebi onun hikayeciliğini şu şekilde ifade eder:

“Sait, uyuşuk ve donuk gibi görünen bir kalıp içinde korkunç bedbinlikler ve acı bir melal taşır. Bununla beraber kayıtsız görünmek ister. Sait Faik'in nüvelerinde yalnız insanlar değil, kediler bile morbide bir yaradılıştadır, buna rağmen o, bu şahsiyetlerin maraziliklerini göstermeğe çalışmaz; onlar kendi kendilerini gösterirler, tahlil ederler. Sait Faik, yazdığı şeylerle alakası yokmuş gibi durur, hâlbuki bütün yazıları münhasıran kendisini anlatır. O, bir conscience onirique içinde, daima rüya gören bir adam gibidir. Onun en çok sevdiğim tarafı da için için kendisiyle alay etmesidir.”[30]


Bu dönem hikayeciliğinde mekanlar değişiklik göstermekte, yaygınlaşmış kanının aksine bu dönemki dil savrukluğu daha az ve klasik cümle yapılı hikayeleri vardır. İkinci dönem hikayelerinde ortaya çıkacak olan dilinin coşkulu, şiirsel havası bu dönemde az rastlanır bir özelliktir. 


İkinci dönem hikayeciliği ise 1948-52 yılları arasını kapsayan döneme tekabül etmekte olup Lüzumsuz Adam kitabıyla başlamakta ve Son Kuşlar’a kadar sürmektedir. Bu dönemde en radikal değişikliğin dil ve üslup bakımından meydana geldiği görülür. Gündelik dilden daha çok istifade ederek klasik cümle yapısının yerine devrik cümleler kaleme almaya ve argo kullanmaya başladı. İlk dönem hikayelerinde, yurt dışından şehirlere ve Anadolu’dan köylere geniş yer verirken bu dönemde azaltmıştır. Adapazarı, Bursa’da geçen çocukluğu ve yurt dışı yıllarındaki anılara yer vermeyen şairin öykülerinin zaman kipinde geçmiş zaman kullanımın da azaldığı görülür. Bu dönem hikayelerinin zamanı şimdiki zamandadır. Bir diğer dikkat çeken husus da “ve” bağlacının kullanılmamasıdır[31]. İlk dönemde en göze çarpan “insan sevgisi” temelli edebiyatı bu dönemde yerini “insan korkusuna, umutsuzluğa ve şehirden nefrete” bıraktı. Ayrıca bu dönemde hikayelerindeki anlatıcı kendisi olmaya başladı ve kendi sorunlarından, yalnızlığından, içine kapanıklığından bahsettiği gözlemlenmektedir. Bu durum kimilerince, ortaya çıkan siroz hastalığına bağlanmaktadır. Mektubunda da dile getirdiği gibi Sait Faik’in diğer bir dikkat çekici yönü, dilinin şiirsel bir özellik göstermesidir. Kendine dair şu yorumu getirir:

“Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım, beni de böyle kabul edin.”[32]


Hikayeciliğinin son dönemlerinde, Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabı dikkate alındığında sürrealizme geçtiği savunulur[33]. İkinci dönemde birçok yenilik deneyen Abasıyanık, bu son dönemde perspektifini tamamen değiştirmiştir. O, eski kalıplarından sıyrılmış bir hikayecidir. Son döneme kadar gerçekçi yazar olarak anılırken artık tamamıyla sürrealist yazar olarak anılmaya başlandı. Ahmet Oktay bu son dönemleri şöyle yorumlar:

“Rembrandt'in gençlik dönemi otoportreleri ile yaşlılık dönemi portreleri arasında gözlenen değişim, Sait Faik'in son dönem öyküleri ile önceki öyküleri arasında da görülebilir: Hazdan acıya, güvenden korkuya, inançtan kuşkuya geçiş. Hastalık, terk edilmişlik ve iletişimsizlik bakışı kuşatmış, onu yapıtın tam içinde dondurmuştur.”[34]


           Ayrıca son dönem hikayelerinde sıkça kullandığı "Panco" adlı bir karakter yaratmıştır. Zikredildiği üzere yoğun insan sevgisi üzerine yazdığı hikayelerin yerini artık insana dair umutsuzluk, İstanbul nefreti alır ve bu durumu şöyle kaleme alır:

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”[35]

O, hikayeleri ile Türk edebiyatına yeni bir soluk getirdi. Bireysel anlayış ve bireyin iç dünyasına dayalı öyküleriyle tarz kaygısından arınmış, incelikli anlatımla süslenmiş hikayeleriyle birçok yazarı etkisi altına aldı. Her şeyin öykü haline gelebileceğini, disiplinsiz ve plansız da öykü yazılabileceğini; savruk dili ve temelsiz sanat anlayışıyla, herkesin en büyük kabul ettiği coşkulu ve samimi bir öykücü haline geldi. Yazmamayı da denedi fakat bu, onun için bir delilikti:

"Söz vermiştim kendi kendime. Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında, sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet ne'me gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye. Kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım..."[36]


Öyküleri; tutunamayanların, küçük insanların ve ötekilerin barınağı haline geldi. Temeli olmayan bir özgür dünya düşüyle okura herhangi bir ideoloji dayatmasına gitmeden, bireysel bir proje niteliğinde olan öykülerini kaleme aldı. En büyük düşü; tüm insanların birbirini sevdiği bir dünya idi.

“Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar?”[37]


[1] Doğduğunda “Mehmet Sait” adı verilir fakat yazar, ismine babasının adını ekleyip Mehmet’i atar ve adı Sait Faik olur.

[2] Ailesi “Abasızzadeler ya da Abasızoğulları” olarak anılırken Sait Faik, Soyadı Kanunu çıkınca “Abasıyanık”ı alır. 

[3] Varlık dergisinin 15 Nisan 1934 tarihli 19. sayısında yayımlanır.

[4] Tahsin Yücel, “Sait Faik” Varlık Dergisi, 1 Aralık 1954. No:413, sayfa 7.

[5] Asaf Halet, Sait Faik için şunları söyler: “Sait Faik kendi ismi içinde mahsur kalacaktır. Hele bizde son zamanlarda onun bazı raté taklitleri türemekle beraber muhakkak ne kendisinden evvel ve ne de sonra ona yakın kimse gelmedi." (Küllük Dergisi, 1. Sayı, 1 Eylül 1940.)

[6] İlk kitabının yayınlanmasından duyduğu sevinci yıllar sonra “Hallaç” adlı öyküsünde anlatır. 

[7] Abasıyanık, Sait Faik. Açık Hava Oteli. Bilgi Yayınevi, 1980. Sayfa 279.

[8] Kitabın kapağında adı “Said Faik” olarak yazılmıştır.

[9] Orhan Veli, bu olay üzerine Sait Faik’e bir destek mektubu yazar: “…bu arada Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim.” (Sevengül Sönmez (Şubat 2007), A'dan Z'ye Sait Faik, Yapı Kredi Yayınları.)

[10] Bu olay üzerine Peyami Safa -aynı zamanda yazarın ilk kitabından övgüyle söz eder- onu, Marksçıların ardına takılmakla suçlar (Perihan Ergun (1996), Sait Faik 90 Yaşında, Bilgi Yayınevi.) Onun bu yorumu üzerine Yaşar Nabi Nayır; "Peyami Safa edebî günahlarına bir yenisini ekliyor." der. (Yaşar Nabi Nayır, “Sait Faik İçin Notlar”, Varlık Dergisi, sayı 409.)

[11] Bu olaydan sonra annesi, yazmanın başına beladan başka bir işe yaramadığı savunarak yazarlığa devam etmemesini ister (Muzaffer Uyguner (1991), Sait Faik, Bilgi Yayınevi.) Bu olay üzerine Sait Faik uzunca bir süre kitap çıkarmamıştır. (Perihan Ergun (1996), Sait Faik 90 Yaşında, Bilgi Yayınevi.)

[12] Sevengül Sönmez (Şubat 2007), A'dan Z'ye Sait Faik, Yapı Kredi Yayınları.

[13] Yalnızca 99 adet satmıştır. (İbrahim Kavaz (1999), Sait Faik Abasıyanık, Şule Yayınları.)

[14] Kitaba isminin veren öykünün adına karar veremeyen Sait Faik’e Yaşar Nabi, Sahabattin Ali’nin kullanmış olduğu bu ismi önermiştir. (Sevengül Sönmez (Şubat 2007), A'dan Z'ye Sait Faik, Yapı Kredi Yayınları.)

[15] Yazılarında ölüm temasının ağırlıkta olduğu görülmüştür.

[16] Aynı ödül, Atatürk’e “Türk ulusuna rehberlik ettiği için” verilmiştir.

[17] Bu ödülle ilgili olarak Sait Faik: "Demek ki şimdiden sonra, dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete, dünyanın dört bucağından kendi hâlinde hikâyeciler de seçilecek." demiştir. (Yaşar Kemal, Sait Faik ile Görüşme, Cumhuriyet Gazetesi. Mart 1953.)

[18] Sait Faik, André Gide için: “O beni kendime alıştıran yazardır.” der. (Sevengül Sönmez (Şubat 2007), A'dan Z'ye Sait Faik, Yapı Kredi Yayınları.) Fikret Ürgüp’e göre Sait Faik André Gide’den, “geleneklere isyan ettiği için toplum dışına atılmış insanları savunduğu için” etkilenmiştir. (Fikret Ürgüp, Sait Faik'in Psikolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme, Yeditepe Dergisi, Nisan 1964. No:96, sayfa 6.)

[19] İkinci baskısı 1952 senesinde “Birtakım İnsanlar” adıyla yayımlanmıştır.

[20] Metin Ergin, Sait Faik'in Annesi Oğlunu Anlatıyor, Cumhuriyet Gazetesi, 19 Eylül 1954. Sayfa 5.

[21] Yaşar Nabi Nayır, Sait Faik İçin Notlar, Varlık Dergisi, 1 Temmuz 1954. No:408, sayfa 8.

[22] Fikret Ürgüp, Sait Faik'in Psikolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme, Yeditepe Dergisi, Nisan 1964. No:96, sayfa 6.

[23] Fikret Ürgüp, Sait Faik'in Psikolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme, Yeditepe Dergisi, Nisan 1964. No:96, sayfa 6.

[24] Fikret Ürgüp, Sait Faik'in Psikolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme, Yeditepe Dergisi, Nisan 1964. No:96, sayfa 6.

[25] Şerif Hulusi, Sait Faik'le Birlikte Geçen Günler: Edebiyat Üzerine Konuşma, Yeditepe Dergisi, 15 Mayıs 1956. No:107, sayfa 2.

[26] Sait Faik Abasıyanık (1954), Alemdağ’da Var Bir Yılan, Varlık Yayınları.

[27] Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi / Karanfiller ve Domates Suyu, Varlık Yayınları, İstanbul, 1954.

[28] Tahir Alangu, Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, İstanbul, 1965. Cilt II, Sayfa 114-115.

[29] Fethi Naci (Mayıs 2003), Sait Faik'in Hikâyeciliği, Yapı Kredi Yayınları.

[30] Küllük Dergisi, 1. Sayı, 1 Eylül 1940.

[31] Bu yönüyle “Nurullah Ataç”ı örnek aldığı düşünülür. (Fethi Naci (Mayıs 2003), Sait Faik'in Hikâyeciliği, Yapı Kredi Yayınları.)

[32] Sait Faik Abasıyanık, Bitmemiş Senfoni, Bilgi Yayınevi, Hazırlayan: Muzaffer Uyguner. Sayfa 124.

[33] İbrahim Kavaz (1999), Sait Faik Abasıyanık, Şule Yayınları.

[34] Ahmet Oktay, Sait Faik Üzerine Düşünceler, Argos, No.21, Mayıs 1990.

[35] Sait Faik, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Varlık Yayınları.

[36] Sait Faik Abasıyanık (1952), Son Kuşlar / Haritada Bir Nokta, Varlık Yayınları.

[37] Sait Faik Abasıyanık (1948), Lüzumsuz Adam, Varlık Yayınları.