Bu öyküyü çocukken okuduğumda Sinağrit Baba’nın balık olduğunu anlayamamıştım. Daha sonraları okuduğumda anladım ki Sait Faik tam da bunu yapmak istemişti. Bir balık üzerinden insanlığı anlatıyordu. Bu sebeple Sinağrit Baba’nın balık olduğu bir çocuğun aklına gelecek en son şey bile değildi.


İnsanın gösterdiği fedakarlığın kıymetinin bilinmediğini, karşılığının gelmeyeceğini ve biraz zaman geçince unutulacağını -bu sebeple balık metaforu kullanılmış olabilir- göstermek istemiş Sait Faik bu öyküsünde:


“… Gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. Ama hiçbirini kurtarmıyor, hareketsiz duruyordu. Sinağrit Baba onları kurtarmanın bu kadar kolay olduğunu biliyordu ama bildiği bir şey daha vardı. O da ister su, ister kara, ister hava, ister boşluk, ister hayvan, ister nebat âleminde olsun bir kişinin aklı ile hiçbir şeyin halledilemeyeceğini bilmesidir. Ancak bütün balıklar oltaya tutulan hemcinslerini kurtarmanın tek çaresinin koşup o yakamoz yapan ipi koparmak olduğunu akıl ettikleri zaman bu hareketin bir neticesi ve faydası olabilirdi. Yoksa gidip Sinağrit Baba oltayı kesmiş, biraz sonra Sinağrit Baba tutulduğu zaman kim kesecek? Kim akıl edecek yakamozu dişlemeyi?..”


Öykünün 1950 yılında yayınlandığını göz önünde bulundurursak bu paragrafta baskıcı bir yönetime ve insanların tepkisizliğine gönderme yapıldığını görmüş oluruz. Sait Faik, tek bir kişinin ya da küçük bir grubun itirazıyla hiçbir şeyin değişmeyeceğini, bir şeylerin düzelmesi için birlik halinde ve bencilce düşünmeden hareket edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

 

***

 

“… Belki bizim bile bilemediğimiz bir işaret görmüştü kendisini tutan oltanın sahibinde: Bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti.”



“… Sinağrit Baba böylesine hiç rastlamamıştı. Ölmeden evvel adama bir daha baktı. Namuslu, cesur, cömert ölecek bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnında okuyordu. Bu adam o kadar talihli idi ki daha, ikiyüzlülüğünü kendi kendine bile duyacak fırsat düşmemişti.”


Sinağrit Baba’yı tutan oltanın sahibi hiç imtihan geçirmemişti. Çünkü şanslı bir insandı. Önünde engeller yoktu, kavgasını edeceği bir yoksulluğa sahip değildi. Eskilerin dediği gibi, yediği önünde yemediği arkasındaydı. İnsan elbette kaderini kendi yazamaz, nasıl bir yaşam süreceğini beliryemez. Ancak Sinağrit Baba’nın kini buna değildi. Oltanın sahibinin ikiyüzlülüğüneydi. Bu adam, talihini kendisine yoruyordu. Kendisinden ötürü namuslu, cömert ve cesur olduğunu sanıyordu. Ancak sadece şanslı doğduğundan böyleydi, ikiyüzlü olduğunun kendisi bile farkında değildi. O kadar talihliydi ki Sinağrit Baba da onun ikiyüzlülüğüne aldanıp oltasına takılmıştı.


“… Sinağrit Baba son nefesini, böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.”