Küçük bir bar masasında oturuyorum. Masada mekânın kendine has menüsü altlık görevi görüyor şu an. Üstünde karton bardağın dibine su koymak suretiyle oluşan kullan-at bir küllük, Bomonti filtresiz, Bomonti ile gelen mısır, mısır yerine söylediğim tuzlu fıstık -garsona söyledim ama mısırı almadı, kalsın yersin diyerek- Marlboro Light ve ara ara kendisine bakıp vakit geçirdiğim telefon. Bomonti gelmeden yaktığım sigara hariç pakette iki dal sigara var. Kalkıp yandaki -iki veya üç, tam emin olamadım şu an- dükkânların içi sayılabilecek konumdan -çünkü hem boydan boya camlı kapalı alanları hem de dışarıya attıkları masalar mekânın tamamını oluşturduğundan- geçerek bilmem kaç basamak olan merdiveni tırmanıp küçük bir büfe olan ama ürünlerinin %95’ini sigaraların oluşturduğu mekâna gitmem gerekecek. Tam bu düşünce aklımdan geçerken gözüm karşı sandalyeye koyduğum çantama takıldı. Düşünceler aralarında boşluk olmayan zincir halkaları gibidir, her bir düşünce bir sonrakine bağlanmak zorundadır. Tarih tekerrür etti ve eski iş arkadaşım geldi birden aklıma. Beraber spora giderken kullandığım çantaydı bu. Kendisi, en nahif tabirle, şahsına münhasır bir insanoğlu. Oradan da yeni bir halkaya, yani onun bir şeyler patlatma hayallerine geçiş yaptı düşünce zincirim. Sonra kendi kendime dedim ki şimdi bu çantanın içinde bir bomba olsa, ben de sigara almak için çıktığım üst kattan bu küçük barı gören bir konuma geçsem ve cebimden çıkardığım kumandanın üzerindeki küçücük kırmızı düğmeye -kırmızı buradaki en önemli nokta çünkü- basarak havaya uçursam bütün mekânı. Şişelerin, bardakların şıngırtıları arasına insanların bağırışları karışsa sağır bir orkestra şefinin -hatta aynı zamanda kör de olabilir- yönettiği orkestra kadar karmaşık bir ses cümbüşünü dinlesem. Havaya oradaki masum insanların et parçaları, o et parçalarını gizlemek için üstlerine giydikleri kıyafetlerin kumaş parçaları, masaların tahta ve metal parçaları, üstlerindeki çakma küllük, çakmak, sigara, telefon, bira gibi bilumum ıvır zıvırın parçaları uçuşsa. Bu düşünceler içerisinde son nefesini aldığım sigaramı dibinde su bulunan karton bardaktan devşirdikleri kullan-at küllüğün içerisine atıp suyun, izmaritin ucundaki feri kaçmış alevini söndürürken çıkardığı o cızırtı sesini dinleyip yeni bir sigara daha yakıp ayaklandım. Garsonlarla ya da mekândaki diğer müşterilerle göz göze gelmekten kaçınarak çıktım üst kata. Sonra başka başka düşüncelere dalmış şekilde sigaramı alıp sandalyemdeki yerimi almak üzere geri döndüm. Etrafa bir göz gezdirdim -karşı sandalyede duran çantam da dahil- her şey bıraktığım gibi. Bir iki kişi daha eklenmiş kalabalığa sadece. Garsonla göz göze geldik bu sefer, gülümsedik birbirimize. Garson beni mekândan çıkmadan önce düşündüklerime çekti tekrar. Ne kolay. Ne kadar da kolay bir psikopat olup düşünceleri eyleme dökebilmek şu dünyada. Baksana kimse şüphelenmiyor senden, düşüncelerinden. Hayat zor mu kolay mı bilemem. Sadece ben zor tarafında yaşıyorum, ona kefilim. Gerisini düşünmek istemiyorum. Zaten kimse de anlamıyor onları.
19.02.2018
Küçük bi’ bar