Hayat yine tüm monotonluğu ile devam ediyordu ve ben hala aynı sıkıcı hayatı yaşıyordum. Mutlu muyum, değil miyim bilmiyorum. Sanki bir şeyler eksik hayatımda. Bir şeylerin cevabını arıyorum ama bulamıyorum. Aslında neyin cevabını aradığımı da bilmiyorum. Hep bu döngüde ilerliyordum ve bu düşüncelerden kurtulamıyordum. Bir soru var ve o soruyu bulmalıydım önce. Belki de soru yoktur ve sadece hayat bize cevaplarını gösterecektir. Türlü imtihanlarla, tökezlemelerle, insanlarla, tecrübelerle...
Sakit Bey, son günlerde gördüğüm en ilginç insandı. Hatta son zamanlarda yaşadığım en ilginç an da yine onun evimde hasbelkader misafir olmasıydı. Neredeyse kimseyle bu kadar derin mevzular konuşmamıştım ve uzun zamandır da evime kimseler gelmemişti. Konuşmasıyla ve nezaketiyle saygımı kazanmıştı. Onunla sohbet etmekten o kadar memnun kalmıştım ki kendi kendime onunla en yakın arkadaş olma hayalleri kurmuştum ilk günden. Başta da bahsettiğim gibi sanki aradığım sorular ve cevapları ondaydı. Bir de konuşurken birden susmasa ve her şey yarıda kalmasa... Geçen gün evden habersizce ayrılıp tanışıklığımızın yarıda kalması gibi. Bazı sözlerin ardını getirmeyişi gibi. Şimdi de bir şeyler yarım kalmış gibi hissediyordum. Sakit Bey'e kızmıştım aynı zamanda. Bir yabancı olarak evimde ağırlamıştım onu ve birden yok olmuştu onca güzel muhabbete rağmen. Sanırım ona kırılmıştım. Çünkü onu önemsemiştim.
Onunla tekrar karşılaşma beklentisi içerisine girdim. Bir şekilde onu bulmalı veya karşılaşmalıydık. Hem ona birden ortadan kayboluşunun tatlı bir dille hesabını soracaktım hem de onu daha fazla dinleyecek ve konuşacaktım. Aklıma tek gelen şey, tabii ki Üsküdar sahili. Orada akşamüstü saatlerinde kitap okumayı ve müzik dinlemeyi çok sevdiğini söylemişti. Bugün ilk işim o saatlerde orada olmaktı.
Çok geçmeden evden çıktım. Sırtımda çantam. İçinde bir kitap ve defter. Hava sonbahar serinliğinde. Kaldırımlar insanlarla, yollar araçlarla dolu. İstanbul'un bitmeyen ve anlamsız telaşesi. Üsküdar'a yaklaşık bir saatlik yolum vardı ve birkaç vasıta değiştirerek Üsküdar sahiline geldim. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama o adamı bulmalıydım. Bir banka oturup ara ara diğer banklara bakarak Sakit Bey'i aramaya başladım.
Artık hava kararmaya yakındı ama onu bulamamıştım. Belki de çoktan gitmişti. Bekledikçe, düşündükçe ve onu göremedikçe içimdeki iyi niyet ölüyordu. Hüsnü zan, yerini suizana bırakıyordu zaman geçtikçe. Akşam bana içini döken bu adam, sabah birden bir teşekkür bile etmeden ortadan kayboluyor, diye kendi kendime söyleniyordum. Kızgınlığım ve kırgınlığım giderek artıyordu. Bu adamı tanımak ve dost olmak istememin sebebi sanırım yıllardır kimseyle böyle uzun ve derin sohbetler yapmayışımdı. Uzun zamandır kimseyle konuşurken bu kadar samimi hissetmemiştim. Neticede Sakit Bey de diğer insanlardan pek farklı değildi her ne olursa olsun. Kendimi o an daha da fazla boşlukta hissettim.
Yine de insanların düşüncesizliği beni üzmüştü. Biliyordum en nihayetinde neyin ne olduğunu, insanların ne tür varlıklar olduğunu. Yine de her seferinde, ''Biraz ince olmak bu kadar mı zor?'' diye kendi kendime sorular sorup empati yapmaya, kendimi boşu boşuna yıpratmaya devam ediyordum. Buydu işte. Bu kadardı. İşi biten gider, yolu düşen gelir; işine gelirse hürmetler, gelmezse türlü densizlikler. Hepsi buydu, hep de böyle olacak. Ve sanırım ben insanlara kırgın öleceğim. Bu boşluk iyi, yaklaşmayın...