Yüreğimizin bize açtığı yol, her zaman iyiye ve güzele doğrudur. Fakat ‘içimizdeki şeytan’ bizi türlü bahanelere, kaçışlara ve yalanlara götürür. Çünkü daha kolaydır kötüye meyletmek. Bir insanı sevebilmek için sebepler aramaktansa, bir yanlışında onu kötü olarak addeder, suizan beslemeye meylederiz. Sakit Bey’e yaptığım şey de tam olarak buydu sanırım. Kendi kendime beklentiye girip, kırılıp, kendi kendime küsmüştüm.


Kahvelerimizi yudumlarken, havadan sudan konuşurken sabah neden birden çıkıp gittiğini sordum. Ondan öğrendiğim şekilde, biraz tebessümle. O gün sabah Sakit Bey, gün ağarmaya yakın her sabah gittiği yere gitmiş. Üsküdar sahili.


”Aksattığım çok nadirdir. Oraya gitmediğimde kendimi biraz hüzünlü, biraz suçlu hissederim. Muhakkak gitmeye gayret ederim ve hatta kahvaltımı bile orada yaparım. Bir çay, bir simit. En güzel kahvaltı budur benim için.”


Yine sessizlik oldu. Birden sustu. Sanırım bu konuda onu tanımıştım, üstelemedim. Konuşmak istemezse konuşmazdı. Kahvesinden birkaç yudum aldı.


“Mualla ile burada tanıştık, en çok buraya geldik, hep buraya gelmek için sözleştik. Yaz, kış, soğuk demeden. Simidimizi yer, çayımızı içerdik. Simidin yarısını muhakkak martılara atardı. Sonra bir iç huzurla yanıma gelip oturur, sağ omzuma başını koyardı. Hep de sağ tarafımda olmak isterdi. Çoğu zaman susardık, birbirimizi dinlerdik. Suskunluğumuzda bulurduk birbirimizi. Hayattan mal-mülke dair beklentimiz yoktu. Tek derdimiz bir arada olabilmekti. Her zaman. Artık o yok. O yüce kadın, öldü. Sahile artık yalnız gidiyorum. Yalnız yapıyorum kahvaltımı. Yarısını martılara atıyorum simidin. Artık yalnız ayrılıyorum oradan. Ama ertesi gün, hiç olmadı sonraki gün muhakkak gitmeliyim tekrar.“


Geçmişimize ne kadar ve nasıl sadık kalmalıyız bilmiyorum. Ama bu, sadakatin de ötesinde. Ve bu adam aklıyla değil, yüreğiyle konuşuyor ve yaşıyor. Yüreğimizin bize açtığı yol, akıl doğruluğuna vakıf ise elbet iyiye ve güzele çıkacaktır. Zira saftır, temizdir, çıkarsız ve yalansızdır. Asla bencil değildir.


Sakit Bey bardağın dibinde kalan biraz soğumuş kahveyi yudumladı.


“Konuşmak kolay değil. Çok konuşmak iyi bir şey değil. Herkesle her şeyi konuşmak akıl işi değil. Efendim öyle seziyorum ki, sizinle konuşmak bir o kadar kolay, güzel ve akıllıca. Çok konuşur, çok susarım. Aldırmayınız. Artık geç oldu, gitmeliyim. Hoş sohbetiniz için müteşekkirim. Ve son olarak efendim... Dostluğumu kabul ediniz.”


Bu seferki tebessümü, hevesini ve beklentisini gösteriyordu. Elini uzattı ve elimi uzatmamı bekliyordu. Sakit Bey kadar nezaket sahibi bir insan tanıdığımı sanmıyorum. Böyle güzel, yüreğiyle konuşan bir insanı elbette geri çevirmeyecektim. Elini sıkıca tutup tokalaştım.


“Sizinle konuşmak ve dinlemek, sizinle dost olmak ne büyük şeref Sakit Bey!


Tebessümle…