İçimizden düşenlerin üstüne basmamak...


—Gelecek hiçbir zaman güzel olmayacak. Merhaba! Burası dünya. Gelecek hiçbir zaman güzel olmayacak. Ve biz imtihan içinde olacağız. Hiçbir zaman güzel olmayacak çünkü güzel sandığımız şeyler dahi ardından bir şer ve imtihan getirecek. Yine de biz tüm bunlara rağmen sükunetimizi koruyacağız.


—Haklısınız Sakit Bey! Çok haklısınız.


—Güzel bir senfoni aç. Bitmesin. Hayalimde kaybolana dek. Bu dünyadan soyutlanana dek.


Senfoni çalmaya başladı. Artık Sakit Bey bambaşka diyarlardaydı. Kırgınlıklarıyla, susmuşluklarıyla, ukdeleriyle ve yorgun düşmüşlükleriyle kavga ediyordu. Her sustuğuna karşılık onlarca kelime sarf ediyor, hayalleriyle kavga ediyordu. Gözleri kapalı, kimi zaman ağlamaklı, kimi zaman kaşlarını çatıyordu. Bazen de bir tebessüm. Her şeyden soyutlandı.


—Yıldızlar parlıyor, benim içim karanlık. Gözlerim kamaşıyor, kayboluyorum. Bir ses, bir koku, anı ve fotoğraf. Bir hançer sırtıma çizikler atar. Der, “Bu senin yazgın.”

Yıldızlar aydınlatır önümü, benim için karanlık, yürürüm. Köşede güneş kostümlü çocuk. Gülüşüyle ona bakanları aydınlatır. Sonra gözleri yere bakar, yaşları içine akar. Bir çocuk acıyarak bana bakar, kendi için ağlar. Omzuna dokununca der, ''Bu benim yazgım.'' Yıldızlar aydınlatır önümüzü, içimiz karanlık. Yürürüz...


İçimizden düşenlerin üstüne basmamak diye bir şey yok. Basacağız, yüzleşeceğiz ve böyle devam edecek. Geçmiş olan bir geleceğimiz kalmayana dek. Yine de sükunetimizi koruyacağız.