Yaz kokusu, ne mutlu kılıyor insanı,

Mutsuzluğa verilmiş iki kuruş rüşvet gibi,

Bizim gibi onurlu, melankolik kimseler,

Açıp yüreğini kabul eder mi,

Gerçeksizliğin içinde ki şu zevk vereni?


Gerçeksizliğin içerisinde,

İçi boş gerçeklik hazneleri,

Bir damla dolu olsaydı,

Kahkaha atardık seninle.

Aşka inanır, Tanrıya dua eder,

Kırlarda uzanıp, bulutları seyreder,

Öleceksek bile, mutluca ölürdük.


Balaca fikirlerin, asırlardır taşıdığım şu,

Merhamet dolu, acıma duygusuna,

Hiçbir zaman yenik düşmezdi mesela.

Biraz olsaydı gerçeklik dudaklarında.


Ömrümün ilk baharında,

Devirmemiş olsam asırları,

Küfre boğuk dualarımı,

İlk asrımda etmemiş olsaydım,

Gözyaşlarımı ustaca mahpus etmeyi,

Onlu yaşlarımda çözmüş olmasaydım,

Bir çift göze kanacak kadar saf olsaydım,

Hiçbir yalan çıkmamış olsaydı ağzımdan,

Severdim seni, seninle birlikte dünyayı,

Birkaç çakıl taşını ve kabuklu patatesleri,

Sevebilirdim seninle birlikte.


Ancak, aklı olan, zorla tıkıldığı zindana aşık olur mu?

Zindanından öncesini hatırlıyor ve ondan nefret etmiyorsa,

Nasıl sever, şu dört mevsimli zindanı,

Kim ister şu suratsız gardiyanları.


Gözlerin gözlerin, her şey gibi onlardan da tiksindim,

Ne varsa beni, gerçekten uzağa taşıyan,

Ellerin ellerin, beni çekip savuran ne varsa,

Onlar ile birlikte ellerinden de tiksindim.


Sanma sevmeyi bilmez yüreğim,

Severim şu toz zerresini bile ölecek kadar,

Hakikat değil aşk, bunu bilipte,

Nasıl sever insan, insanın zerresini,

Üstelik bir tozdan fazlası değilken zerresi?


Uykulu gözlerle severim seni ancak,

O zaman gerçeklik biraz uzaktır yüreğime,

Ölü gözler ile bakarım sana,

Ancak o zaman gerçeğin kırık merceği,

Gösterir seni bana,

Dayanamam,

Ama ne çıkar?


Ne sen gerçeksin, ne yüreğinde ki,

Zihnin desek, zaten sevmek üzere,

Yaratılmış bir robot gibi.

Ne çıkar?

Zihnim reddetmek üzere,

Yaratılmış gibi.