O güzelim buğulu gözlerine kim bilir kaç gönül kırıklığı gizledin? Gülümsemenden ise sandığa kaldırılmış küçüklükten kalma oyuncakların masumiyeti dökülüyor. Yorgun bakışlı ve çocuk gülüşlü... Ah oğlum, seni üzerken nasıl kıyabilmişler? Halbuki bir kucak olmalıydı ki açılsın sana, açılsın ve sarsın seni... Hâlâ daha yüreğin sızlıyor böyle gecelerde, şimdi kim bilir nasıl bir kuytu köşede uykudan medet umuyorsun seni iyileştirsin diye... Yastığa akıyor mu gözlerinden inciler bilmem, bilmem ki acıyor mu içinde bir yerler ağlamak için yine de... Ben olsaydım demiyorum ama biri olsaydı da seni çağırsaydı bir akşamüstü Ayvalık'a... Ayvalık'tan Cunda'ya götürseydi vapurla Yunan ezgileri çalarken ve mehtap karanlık sularda kibarca salınırken hiç konuşmasaydınız... Ah o vapurun dingin havasıyla mest olsaydınız... Eğer oradaysa beyaz saçlı kaptan götürecektir sizi, tabii ben demiyorum, biz demiyorum zira ben ulaşamam sana... Nasıl denir bilmem, ben artık ancak uzakları seyre dalmakla yetinmeyi belledim kendime. Eh sen de yakın değilsin nasılsa... Hikayeni hiç bilmiyorum fakat sana senden habersiz bir güzergah çiziyorum bu gece. Bir Cunda akşamında sana rakı ile hoş sohbet ikram etsinler. Dudaklarından geçen her yudumda gönül sızıların azalsın. Senin o bakışların ki mehtap kadar berrak, belki ağlatır o sükûnet ama olur böyle azat etmeler... Bu hikayede senin için mutlu son var. Bilinmeyen bir kimseyim, kendim kendime yabancıysam da aşinayım bu yaz mevsimini beklerken heveslenen duygulara... Ihlamur kokuları sokaklara yayıldığında, kumrular sabahlarıma misafir olduğunda ben hep güzelliği müjdelerim kendime... Eh bu akşam da senin için yazdım. Sen uzaklarımda biraz gülümse diye...