Sana da öyle gelmiyor mu? Biraz üzerine düşünülecek, yazılıp çizilip boş yapılacak bir cümle sanki, ha? Sanki bu cümleyi günlük hayatta öylesine şeyler için değil de biraz daha farklı şeyler için kullanıyor gibiyiz. Nedir bu şeyler, neden öylesine değil, neden farklı geliyor bu cümle bana, kendi üzerinden bir inceleyelim bakalım.

Elimizdeki ilk kelimeden başlıyoruz o zaman. Sen-sana. Neden size değil de sana diyoruz acaba? Bana öyle gelen bir şey ne olabilir ki? Makarnanın 15 dakikada pişmesi mi yoksa makarna pişirirken dalgın ama bir o kadar düşünceli bakışlarının arkasındaki anlam mı? Belki çok derin düşünmemek gerekiyor ama bana öyle gelenlerin de çok yüzeysel olduğunu söyleyemem. En azından pratik işlerim için geçerli şeyler değil. Yeni fark ettiğim diğerlerine göre daha işlevsel bir matkap değil mesela. Ya da yeni keşfettiğim bir giyim markası da olamaz. Ama Ahmet ve Ayşe’nin yalan söyleme biçimlerinin benzer olduğunu fark etmiştim bir keresinde. Kendimi de yalan söylerken birilerine benzetiyorum aslında. Tanrı’nın bizi sınav için değil ceza için gönderdiğini düşünüyorum mesela. Sevaplarımız değil de sanki sabrımız sınanıyor bu dünyada. Sana da oluyor mu? Sen de düşünüyor musun böyle şeyler? Hey! Sana söylüyorum diyorum, sana! Çünkü toplu yerlerde söylenmez bunlar. Hem çok ayıptır hem de unutursun çoğu zaman. Aklına bile gelmez ama baş başa kaldın mı biriyle hemen çeker yakanı, hemen yapışır paçana. Söylemek istersin bir an önce. Karşındakiyle futbol konuşurken 4. yüzyılda bir kabile ayinine atlarken bulursun kendini. Bazen üşütür söyleyip ısınmak istersin. Bazen de yakar genzini de, söyleyeyim de bir ferahlayayım dersin. Şimdi anladın mı neden sana söylediğimi? Çünkü ben keşfettim bunu heladayken. Çünkü tek sandalye doluydu, mutfak masasında keşfettiğimde Tanrı’nın beni gerçekten sevdiğini. Açar mıyım hiç kamu malına cebimdeki parayı? Zaten günü gününe ödüyorum vergilerini keşfettiğim bütün faydalı şeylerin. Gereksiz şeylerin vergisini sadece aptallar öder çünkü. Yaşamımızın vergisini Tanrı’ya toptan ödeyeceğiz mesela, taksit falan da yok hem. Keş çalışıyor diğer dünyada bu işler. Bu yüzden tüm insanlar aptalız, çok da büyütmeyelim kendimizi. Sonu daha ağır olmadan ikinci kelimeye geçeyim bence.

Bağlaç olan de-da eki. Bağlaç olan de-da ekleri cümleye ek, fazlalık anlamı katar ve ayrı yazılır. Öğreniniz ve çevrenizdekilere itinayla, olmadı sopayla öğretiniz. Adı üstünde bir ek arıyorum düşüncelerime, fark ettiklerime ama neden birisi daha lazım diye sormam gerekiyor? Heladayken bulmuştum bunu, tek başıma bulmuştum. Seni ne ilgilendirir ki o zaman? Çünkü tek kazansan da tek yenilmez para. Hele kumar parasıysa şöyle topluca bir güzel ezeceksin o parayı. Zaten benim bu düşündüklerim de haram sayılır, tek yiyemem o yüzden. Ne olur sen de gel, ne olur. Yanımda olmasan da olur, mektupla da yazarım kitapla da fark etmez benim için. Ama sen de oku, sen de düşün benim düşündüklerimi, fark ettiklerimi. Yoksa boşa gitti onca zaman. Okuyup ya da çalışıp para kazanırdım onun yerine veyahut çevre yapardım küçük bir kasabada, gezerdim güzel kızlarla uzunca sahillerde. Zaten aptal olduğumu biliyorum ama başka aptalların olduğunu da bilmem gerekiyor, anla lütfen. Anlamazsan eğer geri zekalı olurum çünkü. Hem ayrısın diğer insanlardan, ismini bile yazarken bağlaç gibi ayrı bir özenli yazıyorum. Ayrı gel yanıma, ayrı konuşalım seninle. Gündüz de olmaz. Gece sen gel yanıma, gece. Gece ayrılır herkes şehirden. Saat 3 olduğuna göre -de den de ayrılıp- üçüncü kelimemize geçebiliriz.

Üçüncü kelimemiz öyle. Şimdi bir bilim insanı düşünelim çocuklar, bu adam yeni bir makine tasarlamış olsun. Bu öyle bir makine ki hemcinslerine göre işi hem daha kısa sürede hem de daha az enerji harcayarak yapıyor. Bu insana makinasının neden daha kullanışlı olduğunu sorsak mesela bir nedeni yok, öyle, kullanışlı işte diye cevap vermez herhalde. Bilimde öyle olmaz çünkü. Ben kimyada yeni bir formül bulsam mesela sen mi, sen kimsin, koskoca ‘siz’e bağırarak söylerim. Kesindir çünkü bu, ispattır. Kesin olan şeyleri bağırarak söyleyebilirsin kimse de gıkını çıkartamaz sana. Çıkaran olursa da vur periyodik cetveli kafasına. Şimdi düşüncelerimde kesinlik arıyorsun tabii; kesinlik mi, daha neyi düşündüğümü kesin olarak bilmiyorum, dalga mı geçiyorsun benimle? Bana sorsan mesela ne düşünüyorsun diye. ‘’Hiç, öylesine düşünüyorum işte’’ diye cevap veririm sana. Öyledir düşüncelerimiz, kişiseldir ve kesinliği geçtim ciddiyet dahi taşımasına gerek yoktur. Öylesine, bir anda öylesine şeyler fark ederiz veya düşünürüz çoğu zaman.

Keskin bir virajla sondan ikinci kelimemize geçiyorum şimdi. Gelmiyor. Pek bir şey bulamadım aslında ama neden, gitmek değil de gelmek olabilir belki. Neden bir şeyler zorumuza gider ama kolayımıza gelir? Sevdiğimiz kişinin gelmesi bizden dolayıdır ama gitmesi her zaman kendisiyle ilgilidir. Geldik 21. yüzyıla takılmayın artık; çay edebiyatı, sen öylesin ondan gittim gibi klişe laflara. Gitmek, kişinin eninde sonunda kendi öz iradesiyle yapmış olduğu bir eylemdir arkadaşlar, yani sizinle olan alakası belirli bir seviyeye kadardır. Sonuca şöyle bir göz atacak olursak, gel köklü eylemler biraz daha biz kaynaklı gibi sanki. Biraz daha ben dolaylı gibi geliyor bana.

Yeterince saçmaladığımıza göre son kelimemize gelecek olursak, sana da öyle gelmiyor mu? Cidden sana da öyle gelmesine o kadar muhtacım ki. Belki de ondan soruyorum sana. Emin değilim çünkü ve korkuyorum. Ya öyle gelmiyor ise? Ne yaparım ondan sonra? Merak ettiğimiz ve çok istediğimiz şeyler hakkından çok soru sorarız. Sana da soruyorum çünkü çok merak ediyorum ve istiyorum beni anlamanı. Senin de böyle şeyler düşünmeni. Yanlış anlama kesinlikle aynı şeyler değil, istersen ben kulaktan çekeyim sen tırnaktan. Ama sen de düşün ne olursun. Düşünüyorum mesela bir soru cümlesinin bile bir hikayesi yazılabiliyor iyi ya da kötü. Tuhaf değil mi, çok tuhaf? Peki o zaman söyle bakalım. Sana da öyle gelmiyor mu?