En çok sana sustum ben,
en çok senin için söz biriktirmişken
Birinci Gün: Ölü hayalime aralıksız suni teneffüs yaparken geldin. "Yeni, mümkün..." der gibiydin. Kırılan oyuncağının yenisi alınsa da hüznü geçmez bir çocuğun.
İkinci Gün: Yaşamın kıyısında -durgun ve kabullenmiş- kendi kendime bilindik şeyler söylerken çıkagelen sen... Sandıkta sakladığım sözcüklerimi mi çıkartacaksın?
Üçüncü Gün: Sönmeye yüz tutmuş bir yanardağım ben. Sense içime ateş döken... Bilmeden...
Dördüncü Gün: Tüm kararlar, vazgeçişler, gidişler, dönüşler, seçimler... Tüm olasılıkların sonucunda gözlerinin içine bakmak için karşında olacakmışım. Karşındayım. Bilmiyorsun.
Beşinci Gün: Zihnim ciddi konularla doluyken birden sen beliriyorsun o hengamenin içinde. Ciddi şeyler konuşan yetişkinlerin lafını bölen bir çocuk gibi...
Altıncı Gün: Bir rüyada hızlı koşmak isteyip koşamamak, uzağa varmak isteyip varamamak, bozulanı defalarca onarmak ve yine dağılmak gibi sana bakmak.
Yedinci Gün: Hep seni beklemiş gibiyim. Kimden kaçtıysam sen olmadığın içindi. Nereden mi anladım? Nasıl mı eminim bundan? Çünkü senden kaçamıyorum.
Sekizinci Gün: İzin verseler… İzin versek birbirimize; açlığımızı, susuzluğumuzu unutacak kadar oyuna dalacağız sanki seninle iki çocuk gibi. Sonra da yiyip içip güleceğiz.
Dokuzuncu Gün: Ruhumu örten kalın zırhı tek kişi çıkarabilirdi. Sen… Ama ne sen bunun farkındasın ne de ben buna hazırım. Ama sen... Elindeki güçten habersiz...
Onuncu Gün: Sana asla söylemeyeceğim, söyleyemeyeceğim, kesinlikle söyleyeceğim, söylemek için deli olduğum, unuttuğum, unutmadığım tüm sözler aynı.
On Birinci Gün: Sana söylemek istediğim her şeyi sanki duymuş gibisin, biliyor gibisin. Öylesine meraksız, öylesine kaçak gözlerin...
On İkinci Gün: Sustuklarım bende kalmalı. Sana geçmemeli. Kaybetmekten korkarım. Susarım. Eğreti cümlelerimin ardında kopkoyu susarım...
On Üçüncü Gün: Sözcüklerinin altındaki sözcükleri duydum. Bakışlarının ardındaki bakışları gördüm. Anladım. Bir gelmeyiş ancak bu kadar ince anlatılabilirdi.
On Dördüncü Gün: Korkma! Ben kaçılacak biriyim belki, ama korkulacak biri değilim. Çünkü anlarım. Çünkü anladım. Çünkü anlattın sözcüksüz, cümlesiz.
On Beşinci Gün: Korkma, anlarım. Korkma, anladım. Şimdi sıra, bunu kendime anlatmakta!
On Altıncı Gün: Sayfalar dolusu yazdım, anlattım yıllarca. Sonra sen geldin, seni de yazdım. Sen ise bana kalemsiz kağıtsız nasıl yazılabildiğini öğrettin.
On Yedinci Gün: Sözcüklerin gücüne inandım hep, bu gücü kullandım da. Sonra sen geldin. Tek bir sözcüğe binlerce anlam sığdırdın, binlerce sorusuz cevap...
On Sekizinci Gün: Sıkılma! Seçimlerle ve seçilenlerle ilgili bilgim çoktur. Nedenlerle ilgili bilgim de... Doğrusun sen. Kimse doğasına aykırı davranamaz.
On Dokuzuncu Gün: Senin en büyük yenilgin, zaferinden habersiz olman.
Yirminci Gün: Bir kabuğa dokunmak nasıl bir duygu ve bir maskeyle konuşmak? Merak ediyor musun gerçekten? Etseydin bilirdim, bilirdin, bilirdik.
Yirmi Birinci Gün: İçinde yanardağ patlamışken dışarıya sakin ve duru bir göl gibi görünmeye çalışmak ve inandırmak herkesi buna, en çok da sana...
Yirmi İkinci Gün: Sana dair susmalarım gizli bilgileri saklamak gibi. Söylesem dostluğumuza ihanet. Söylemesem kalbime...
Yirmi Üçüncü Gün: Sana susup da biriktirdiğim yığınla söz var. “Konuş!” desen dilim dolanır, yutarım hepsini. Belki de gözlerinin içine bakıp adını söylemek bir kez olsun korkmadan...
Yirmi Dördüncü Gün: Sana susmalarımı ihanet sayan yüreğimin haykırışını susturmayı kolay mı sandın? Ya her şeyi anlamış gibi bakan gözlerinin içine boş boş bakmayı?
Yirmi Beşinci Gün: Kendimi yendim, seni yenmek için verdiğim savaşta. Bildiğim şeyleri unuttum, deneyimlerimi sıfırladım. Görkemli yenilgimin galibi benim.
Yirmi Altıncı Gün: Başka bir dünyada ya da başka bir zamanda, başka bir ben, ama aynı sen için bir hayat vardır belki birlikte yaşanacak...
Yirmi Yedinci Gün: Neşem bile hüznümden gelir benim. Güleç maskemi parlatırım her sabah. Bir sana karşı takmadım o maskeyi, çırılçıplaktı ruhum senin karşında.
Yirmi Sekizinci Gün: Bir kozada bıraktım yüreğimi yıllarca. Zamanını bekledim. Sonra sen geldin, çatladı koza. Doğduğum mevsim sonbaharmış oysa. Yaşadım ve öldüm.
Yirmi Dokuzuncu Gün: Korkma, haddimi bilirim. Haddini bilmek, kendini bilmektir. Ruhum ölü doğan hayaller mezarlığıdır. Bir mezar daha kazmak zor değil bana.
Otuzuncu Gün: Güle güle ey giden! Fethettiğin kasvetli kalenin tüm kapılarını kapat, öyle git. Öyle bir fetihti ki bu, görkemini sen bile bilmedin. Bilmeyeceksin...
Ayşe Tufan
2020-04-29T23:20:04+03:00Otuz Birinci Gün:Seninle yaşadığım tüm günlerin ve senden sonra seni hatırladığım tüm günlerin beni bazen hücremden hava almak için dışarı çıkardığını düşünürdüm.Ama artık hücremdeki duvarları aşıp gökyüzünden izlemeye karar verdim geri kalan her şeyi...