Sanat kavramı üzerine toplumsal bir uyuşmazlık söz konusu. Dil bilimcilerin ''sanat''ı, sanatçıların ''sanat''ı ve halk dilinde ''sanat'' farklılık gösteriyor. Bu durumu sorun olarak baz almıyorum, aksine bu farklılığın bireysel düzeye inmesi gerektiğini savunuyorum. Asıl sorunumuz sanat kavramının dil bilimciler, sanatçılar ve konu üzerine düşünce gücü sarf eden pek çok kişinin; topluluk tarafından kabul gören dar açılı bir tanım yaratma ya da yaratılan bir tanım altında birleşme isteğidir. Yazın asıl amacı her sanatçının öznel tanımını yaratması için ihtiyaç duyduğu genel tanımı saptamaktır. Öncelikle sanat tanımları üzerine düşmeden, sanat kelimesini etimolojik olarak inceleyelim.


''Sanat'' kelimesinin kökeni Arapçadır ve imal edilen; işçilik, yetenek ve ustalık gerektiren anlamlarına geliyor. Aynı kavram Fransızcada ''uygulama sonucu beceri'', Orta İngilizcede ''öğrenme becerisi'', Latincede ''pratik beceri, zanaat'' anlamlarına gelir. Farklı dillerde de olsa kavramın etimolojik kökeni arasındaki benzerliği fark etmişsinizdir. Zaman içinde yine hemen hemen referans aldığımız tüm dillerde, halk arasında ''çalışarak elde edilemeyecek, doğuştan gelen bir yetenek'' anlamı da oluşmuştur. Bu sanatın yüceltilmesi amacından ibarettir. Bu durum sanata da sanatçıya da zarar vermez mi?

 Sanatın hemen hemen tüm türleri doğduğu dönemlerde ya da sonrasında dini bir ibadet kanalı olarak kullanılmıştır ve hayatın anlamı olarak görülmüştür. Dolayısıyla sanatçı denilen kişi de insana hayatın anlamını gösteren kişi konumuna gelmiştir. Bu durum sanatçı kişisini oldukça yüceltmiştir. Sanat bu konumdan herkesin yapabileceği, üretme ve çalışma esaslarına dayanan bir konuma gelmiştir. Bu, sanatçı sayısında çoğalma; yani sanatın piçleşmesi demektir. Dini anlamlardan sıyrılan sanat kavramı herkes tarafından yapılabilecek bir şey ise, yapılabilecek en genel tanıma ihtiyaç duyuyor demektir. Bunun nedeni her sanatçının kendi amacı doğrultusunda kendi tanımına ve bu tanımı yaratma sürecinde özgür bir alana ihtiyaç duymasıdır. Sanat ancak böyle gelişir.


 Şimdi, konu üzerine düşünen, düşünürlerin görüşlerini inceleyelim. Hegel sanatı şöyle tanımlamış:

''Sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.'' Açıkça belirttiği üzere Hegel için sanat, akıl sahibi bir insan tarafından ortaya çıkarılabilecek bir erdemdir. Doğanın taklidinden uzak olmasının anlamı ise, sanatın doğadan üstün olmasıdır. Bu durum aklımıza şu soruları getiriyor: Doğa sanat değil midir? Hayvanlar sanat üretemez mi? Bu soruların cevabı Hegel'e göre olumsuz olsa da, bu öznel yorumun ortaya konmasını sağlayan genel sanat tanımı için olumsuz olmamalı. 


Schopenhauer sanat için şu sözleri sarf ediyor:

Nesnelerin çekiciliği bize dokunmadıkları ölçüdedir. Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece. Bu sözden yola çıkarak: Hayatı ya da doğal olanı olduğu gibi aktarmaktan ziyade sanatçının içsel devinimini esere yansıtması daha kıymetlidir, diyebiliriz.


Karl Marks'a göre sanat:

Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir. Bu sözlerden anlaşılıyor ki: Sanat, bir zincirin halkaları gibidir. Yani her ne kadar tek ve sanatçıya özgü olsa da bir bütün olarak bakıldığı zaman toplumsal izler taşır. Bu doğrudur zira sanat tarihçileri ellerine geçen bir eserin üretildiği zamanı ve dönemi kolaylıkla saptayabilmektedirler.


 Herkesin özele inmeden önce temelde ortaklaştığı bir tanım gereğinden bahsetmiştik. Şu ana kadar incelemelerimiz üzerine, ''sanat nedir?'' sorusuna cevap olarak diyebiliriz ki: ''Sanat, üretmektir.'' Bu cümleyi ''ama'' ile devam ettirmek öznel bir alana gireceğinden, burayı konu üzerine düşünmek ve öznel bir tanım yaratmak isteyenlere bırakalım. Peki ''sanat üretmektir'' ne anlama gelir?


 Hayat faaliyetlerini, sanat nedir sorusu özelinde, iki çatı altında sınıflandırırsak, şüphesiz bu iki başlık: Üretmek ve Tüketmek olur. Bu bağlamda üretme faaliyeti sonucu oluşan her şey sanattır çünkü her üretim sanatçısının izlerini taşır. Bu tanım aklınıza şu soruyu getirmiş olabilir: Sanat, sanatçının izlerini taşıdığı oranda mı sanattır? Örneğin bir marangoz masa siparişi alıyor ve tek ayaklı bir file benzeyen bir masa yapıyor fakat müşteri bunu beğenmiyor ve marangozdan, masa dendiğinde herkesin aklına ilk gelen şeyi yapmasını istiyor. Peki bu sanat sayılır mı? Sayılırsa kimin sanatı sayılır? Sanat üretmek demekse üretilen her şey sanattır ve üretmek de düşünce ve çalışmayla olursa bu demektir ki: Marangozla müşterinin ortak sanatı. Sadece marangozun sanatı olarak ele alırsak tasarım konusunda hür olmadığı için tam anlamıyla üretim yapmış sayılmaz dolayısıyla masaya sanat diyemeyiz.


 Düşünce ile üretilen her şey sanat ise, hayvanlar da sanatkardır demek yanlış olmaz. Örneğin bir kuş, yuvasını yaparken, üretken bir konumda değil mi? Biz bu üretken konuma en genel tanımıyla sanat diyoruz. En genel tanım peşinde olduğumuzdan sanat hiyerarşisini yok sayıyoruz. Yani bu tanımda kuşun evi de sizin eviniz de aynı ölçüde sanat. Hatta, eğer ilahi yaratıcıya inanıyorsanız, siz de 'o' da aynı ölçüde sanatkar sayılırsınız.


 Tüm sanat tanımcılarının yola çıktığı ortak tanımı saptamaya çalıştık. Öznel sanat anlayışınızı bulma yoluna çıkacağınız yeri bulmanızı sağladıysa bu yazı amacına ulaşmış sayılacaktır.