ağır adımlarla yürüdüğü odanın ortasında, yatağının üstünde duran eski püskü bir defter ilişti genç kadının gözüne. böyle çalakalem birtakım müsveddenin hayata dair bakışını ne denli etkileyeceğinden bihaber, avucuna sığabilecek ufaklıktaki defteri eline aldı ve okumaya koyuldu.

hiç, ne kadar güçlü olduğu konusunda takdir ettiğiniz ve övgülere boğduğunuz biri oldu mu hayatınızda? belki anneniz, belki yol arkadaşınız, belki de yaşanmışlıklarına hayran kaldığınız bir büyüğünüz. hiç durup düşündünüz mü; neden birini tebrik etmek veya destek olmak için ona "çok güçlüsün." deriz? bir başarı malzemesi veya cesaretlendirme güdüsü müdür bize bu cümleyi sarf ettiren?

güçlü olmanın bir başarı olmadığını yeni anlıyorum ben. bir zafer değil, bir mücadeleymiş güçlü durmak. bir savaşı kazanmak ya da kaybetmek de değilmiş; zira kim seçer ki savaşmayı, kim bir oyun haline getirmek ister hayatta kalmayı?

güçlü durmanın bir zorunluluk olduğunu anladığımda daha da ağırlaştı kalbimdeki yük. tıpkı çizgi filmlerde uçurumun eşiğini geçip koşmaya devam ederken havada olduğunu anladığında boşluğa düşmek gibi.

taşıdığım yük artık ağır geliyor omuzlarıma. lakin ne gülünç bir durumdayım ki tüm bu yükü sırtıma yükleyenin ta kendisi, omzuna yaslanıp soluklanmak istediğim kişi.

kalbinin yükünü paylaşanları gördükçe canım yanıyor, yüzümde takılıp kalan acı tebessümün üstünü örtmek çok zor geliyor. sancıyan ruhum, bana derinlerden fısıldıyor: "kendini göremediğin gözlerde sevgi arasan da; bir nakış gibi işlesen de tüm sevgini, gözlerdeki kalın perdeden geçiremezmişsin bazen ipliklerini."