Yavuz Sultan Selim Han, İran seferi sırasında kılık değiştirip İran şahıyla satranç oynar. Şah çok iyi bir oyuncudur ve karşısındaki kişinin sade bir vatandaş olduğunu düşünmektedir dahası rakibini de küçümser.


Yavuz Sultan Selim Han ağır ağır oynamaktadır çünkü dışarıda Osmanlı Ordusu İran’ı kuşatmaktadır. Şah’ın durumu pek iç açıcı değildir. İyice kızar ve senin ne haddine beni yenmek diye sinirli bir şekilde azarlar Yavuz Sultan Selim Han’ı.


Yavuz Sultan Selim Han, ayağa kalkar ve bu dizeleri söylemeye başlar. Ne olduğunu anlamayan Şah, şaşkın bakışlarla etrafına bakarken vezir gelir ve Şah’a Osmanlı askerlerinin sarayın içine kadar girdiğini söyler. Tam da o esnada Osmanlı askerleri kapıdan içeri girerler ve şah artık anlar sözlerin manasını...



Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkâne / yâr olur.

Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyâr olur.

Sâdıkâne / belki ol / bu âlemde / dildâr olur.

Yâr olur, / ağyâr olur, / dildâr olur, / serdâr olur.


Selimî


Kaynakça;

https://didaktiksozler.com/siir/selimi-sanma-sahim-herkesi-sen-sadikane-yar-olur/




Hikâyeyi öğrendiğimde şunu sordum kendime;

Zekanın, hatanın, kavramın, rengin, yazının, bir sesin ya da bir hayatın ardını görecek gözler burada mıdır? Sahiden kavrayış için sahip olunan ekipman bunlar mıdır? Yetersizlik kullanandan mıdır?


Şiiri okuyunca ise şunu sordum;

Maruldan korkan dostlarım mezarda mıdır?

Peki aksini ummak yeterli midir?