Zevk ya da haz duygusu, ruhun doyum noktasına ulaşıp taşmasına sebep olan irili ufaklı durumlardan veya olaylardan doğan duygudur. Herkesin yaşamında onu en huzursuz anında dahi huzura götürecek bir zevki vardır. Kimimiz için bu balık tutmak kadar somut kimimiz için ise okuduğu bir dizeden taşan sanat doyumu kadar soyuttur. Eğer bana yaşamı çekilir kılan zevkler nelerdir diye sorsanız üç kelime ile anlatılacak kadar kısa süreyi çalarım kıymetli zamanınızdan: şaraplar, kahveler ve kitaplar…
              Hayat basit gibi görünen çok karmaşık bir matematik sorusu gibidir. Ürettiğiniz çözümler ne kadar doğru gözükürse gözüksün aslında o kadar da yanlışa yakınlardır. Şarapla ilgili söyleyeceklerimin en objektif olanı; verdiği zevkin karşılığını fazlasıyla alarak çılgınca insanı tüketmesidir. Birçok şarap sever gibi bu durumu göz ardı ederek devam edeceğim yoluma. Hem ne demiş Süreya “Saat on ikiden sonra, bütün içkiler şaraptır.” Tabi yine de tatlı bir gecede tatsız anıların oluşmaması için gülüşler kahkahaları bulmadan şaraba son verin derim sevgili okur. Minik dozlarıyla kendinizi Dario Moreno Sokağında bulup geçici ama bir o kadar da haz dolu anlarınızı oluşturabilirsiniz. Özellikle yaz aylarında şişesindeki buğuların deniz dalgalarıyla silindiği o güzel kıyı şehrinde geçmiş için ağlayacakken saatlerce gülebilirsiniz. Galiba ironinin en lezzetli halidir şarap. Rose, blush, kırmızı veyahut beyaz hangisine gönül verdiyseniz o çokbilmiş şarap gurularına bakmadan onunla yalnızlığınızı, arkadaş sohbetlerinizi ve en romantik anlarınızı süsleyebilirsiniz. "Yok efendim şarap şöyle içilir", "Yok efendim yanında şu peynirden şu çerezden olmazsa olmaz.", "Hemen yanına güzel bir et ya da pizza yoksa şarap içiyorum demeyin bana.", "Aa şarap sek içilmez ki kaç sabah sabahlamadık şargozla…” bunlar gibi dost meclislerinde daha birçok söze kulak misafiri olmuş biri olarak yalnızca şunu söyleyebilirim: Şarap, en güzel sevdiklerinle içilir, tatlı sohbetlerle yıllanır dudaklarda. Gerisi önemsiz detayların söz öbeklerinden başka bir şey değildir. Geçen yaz çantasında minik kadehler taşıyıp her şarap ikramına olumlu yanıt vermiş biri olarak blush şarabı ve yazı bu berbat karantina günlerinde daha da özledim…
               Kahve, aklınıza gelebilecek onlarca şeyin biricik partneridir. Bazen yalnızlıkları süsler, bazen hayat memat meselesi olan iş toplantılarını, kimi zaman uzun yıllardır birbirini görmemiş eski dostların yıpranmış ama eskimemiş anılarındadır. Gerçek bir zevk ve tutkudur. Günde 5-6 fincan kahve içen biri olarak kafein ve oksijeni aynı evin çocukları olarak görürüm. Biri olmadan diğeri de eksik kalır bence. Hatta sevgili Murat Menteş’in “Antika Titanik” adlı romanında “Günde elli fincan kahve içen Balzac, elli yaşında vefat etti.” tümcesini hatırlar ve sonumun Balzac’tan hallice olmasını temenni ederim. Kahveyi şekerli tercih edenlere buradan dargınlığımı duyurmak isterim. Kahve kahvedir dostlar! Sertken, koyuyken ve tekken güzeldir. Bazen bir kahve dükkanında dakikalarca ne içeceğime karar vermeye çalışırım, kendi kendime “Hadi Minel bugün farklı bir şey içelim.” der ve ardından çok sevdiğim Americano ile Filtre kahve arasındaki yarışın kazananıyla çıkarım o dükkândan. Bu durumun hiç değişmemesine arada şaşırır ancak krema, şeker ve şurup gibi eklentilerin kahvenin doğasına ters olduğunu düşünmemin ürünü olduklarını da hatırlar ve elimdeki karton bardağa gülümseyerek bakarım. Kahveyi toplum olarak çok sevdiğimizi gösteren kendine özgü pişirme tekniğine sahip olan Türk kahvesinin dünyada hatırı sayılır bir kesime hitap etmesi beni oldukça mutlu ediyor. Sade bir Türk kahvesinin çözemeyeceği sorun yoktur diye düşünüyorum. Kahve kokan birçok defterim ve kitabım vardır. Sakarlıklarımın en tatlısına tutkunum. Her kuruyan kahve damlasının kağıtla bütünleştirdiği kokusunu yıllarca sayfalarda hissetmek beni hep şairane huzurlara çekmiştir. Şimdi elimde tuttuğum kahve dökülmüş Attila İlhan’ın güzel şiir kitabıyla bakışıyoruz ve anılar diyorum bazen hiç hatırlanmıyorlar…
               Okumak, çocukluk günlerimden kalan ve hala sürdürebildiğim nadir alışkanlıklarımın en büyüleyicisidir. Ablamın elinden tutup gittiğim o zambak kokan sokağın sonundaki kütüphanenin heyecanını bir daha hiçbir yerde hissedemedim. Güzel günlerdi, şimdilerde masallara inanan o minicik kıza özlem tümceleri yazıyorum… Büyüdüm ve bir dizeyle avunabilecek bir kalp yarattım kendime. Bazen bir öyküde sıkışıp kalan ve asla gerçek dünyaya dönemeyen bir ruh yarattım. Roman kahramanlarını sokaklarda elimde eski bir fildişi fenerle aradım gecelerce. Okumanın saadetini ve huzurunu tattıkça vücudumda dolaşan kandan bedenime daha can verici olduğunu anladım. Kaçak yolcuların kaçak yolculuklara biletleridir okunan her bir sayfa bunun farkındalığıyla eski trenlere aşığım. O kenarlarına küçük küçük notlar aldığım kitapları yeniden okumak, biraz da kendimi yeniden okumama benzer mi? Yıprattığım kitapların yıpranmamış satırlarına hayranlık duyuyorum hala. Yazmak için okumanın kalesine sığınıyorum kimi zaman. Edebi zevkin uyardığı binlerce hücremin coşkusundan uyuyamadığım geceleri varlığına şükrediyorum. Şimdi öyle gecelerin birindeyim. Uykusuzluklarımı okşuyorum. Gülerken kadehime düşen kajunun çıkardığı seste hala aklım. Soğumuş kahvemin can sıkıcı tadını duyumsuyorum dudaklarımda. Sahi saat kaç?