Mevsimlerden kış, günlerden cuma, hislerden tarifsiz bir his içinde uyandı adam. Yaşamı en az hava kadar soğuk geçiyordu bu günlerde. Pencereden dışarı baktı, hareketlenen güne katılacaktı birazdan. Bir maraton bu dedi sessizce, monotonluk maratonu... Bir ses geldi sonra içeriden, içindeki yaşamı filizlendiren bir ses. "Günaydın baba!" diye sarıldı oğlu. Yüreğindeki bütün merhameti gözlerine sığdırarak "Günaydın oğlum." dedi. Oğlunu okula bıraktıktan sonra çarşının yolunu tuttu. Adından eser bulunmayan saray çarşısına. Çarşı onun çocukluğuydu, gençliğiydi, kaderiydi ama şimdi gitgide kederi olmaya başlamıştı. İliklerine işleyen Konya soğuğuna aldırmadan ağır adımlarla yürüdü kaderine yahut kederine... Her sabah aynı yoldan giderken işine, genç yaşında yüklendiği yaşamak derdini sığdıramadı bugünlerde içine. Bedesten sokaklarından geçerken dükkanlarını açan esnafları izledi. Yaşamak diye iç geçirdi sonra. Yaşamak her gün yeni bir umutla rızkını aramaktı dedi. Her adımında yeni bir anlam kazanıp yeni bir anlamda kaybediyordu kendini. Çarşının kapısına geldiğinde durdu, kafasını kaldırdı ve derin derin tabelaya baktı. Ömrünün kaç yılını burada geçirmişti, kaç yılı daha burada geçecekti? "Acımasızca geçip giden zamandan geriye ne kalır ki insana?” dedi ve çarşının bodrum katına doğru merdivenlerden indi. Koridor boyunca bütün arkadaşlarını selamladıktan sonra cebindeki anahtarı çıkardı ve her sabah besmeleyle dükkanı açmak üzerine yazılabilecek yüzlerce şiirden habersiz dükkanını açtı. Akşam olsa da evime gitsem diye düşündü. Yorgunluktan mıydı bu, yoksa bilinçsiz bir boşvermişlikten mi? İnsan nerede olursa olsun neden hep eve dönmek ister?

Dönelim… Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır. Olsun, dönelim biz yine de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim, diyordu şair. Bundandır belki de ışıkları bile açmadan dönmeyi istemesi... Kapının önündeki eşyaların üzerinden örtüyü kaldırırken insan dedi içinden, "İnsan yüreğindeki kahrı da böyle kaldırabilse ya…” Sahi, mümkün müydü bu? Kahır da keder de insan içindi, en az mutluluk kadar... Ve insan ne kadar kaçtıysa o kadar yük bindi omuzuna. Kaderinden kaçamazdı insan, nereye ekildiyse orada çiçek açmalıydı. Adam her sabahı birbirinden farklı iç konuşmalarıyla geçirirken esnaflardan biri "Komşu, çay içer miyiz?" diye sordu. "İçeriz abi, içeriz." dedi tebessümle. İşte gün şimdi başlıyordu, kim bilir birbirinden farklı kaç bin insan geçecekti oradan, kim bilir ne ilginç diyaloglara, tartışmalara ve güzelliklere aynı anda şahit olacaktı çarşı... Çaylar geldikten sonra koridorda toplandı komşular. Kâh bir sessizlik içinde kâh cennetle müjdelenmişçesine gülerek sohbet ettiler. Bazen siyaset, bazen ekonomi, bazen de anılardan konuştular. Kimi gençlik anılarını anlattı, kimi askerlik anılarını, kimi küçük çocuğunun komikliklerini... Adam yalnızca bir parçasıydı bu çarşının. Küçük dükkanlara büyük hayaller sığdıranlardan biriydi. Her birinin birbirinden farklı hikayesi ve dünyası vardı. Onları bir araya getiren bu çarşının bodrum katında, gökten ve güneşten uzak ama dostluklarıyla renkli bir hikâyeyi yaşıyorlardı fark etmeden. Emeklerini hayalleriyle yoğurup dertlerini kahkahalarıyla örterek kaderlerini yaşıyorlardı. Vesselam.


18.02.2022

Konya Saray Çarşısı Anısına