Puslu, yağmurlu ve soğuk bir geceydi. Su geçirmez çizmelerim, parkam ve ben bitmiştik resmen. Sana, sensizliğe, sessizliğe içtiğim bu kaçıncı mevsim?

Ne ara kış geldi, ne ara sensiz kaldım?

Hey şemsiyeli? Pardon, o sandım.

Taksiye mi girdi? -Hey taksi, ahh, pardon.


Hangi dar sokaklara daldım? Off, gözlerimi açamıyorum artık. Bütün İstanbul’u gözyaşlarına batırdım. Sen de kusura bakma.


.


Ne oluyor? Durun vurmayın abiler, cebim boş, yapmayın. Telefonumu çalmayın, bari resimleri verin, sonra ne yaparsanız yapın.


.


Yaşadığım gasp ve darp sonrası gözlerim hastanede açıldı. Yüzüm gözüm darmaduman, üzerimde serum, her yerimde pansuman…Başucumdaki sen misin gerçekten? Ayık halde seni bu kadar net görebileceğimi 40 yıl düşünsem sanmazdım. Nasıl buldun, nasıl duydun beni?


En son ne zaman ayıldığımı hatırlamıyorum. Seninle ne zaman ayrıldığımızı…

Hatırladığım puslu, yağmurlu ve soğuk bir geceydi. Su geçirmez çizmelerim, parkam ve ben bitmiştik resmen.

Hayat ne ilginç bir paradoks. İçim hastanelik ve sen, dışım ayyaş aşkına sarhoş.

Şimdi dışım hastanelik ve sen, içim bir başka ayyaş aşka sarhoş.

Olsun. Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Halime acıma sakın. Senin bir kabahatin yok. Aşk böyle bir şey, kahrı da hoş lütfu da hoş.


Belki de aşkın kendisidir sarhoş.