Ben bir şarkı söylüyordum zamanında. "Bu şarkı benim." diyordum. Tepeden tırnağa şarkıdaki yaratık, bendim. Sözler benim sözlerim, yaşanmışlıklar kısa ömrüme sığdırdığım kadarıydı. Beynim durmuş. Ben susmuşum. Beynim konuşmuyor. Konuşmazsa kafayı yiyeceğim. Konuşmadığı halde zaten bitmiş gibiyim. Bir grup insan çevrelemiş beni, yarısı ardımdan atıp tutuyor ve daha çok susmama sebep veriyorsa geri kalanı 'yaşamı sorgulamak' ile itham ediyor beni. Halbuki, ne haddime. Yaşam beni sorgulamaktaydı asıl. Yoğun bir iki sene geçirdin, ailen dağıldı belki, kardeşlerin toparlanamayacak gibi, annen hayata küsmüş sanki, baban zaten her zamanki hali... Doğuştan engelliydi bizleri anlamaya. Bizlerse doğuştan kıt akıllı, geri zekalı, kuş beyinli. Hiçbir zaman anlamadık neyin onu cezbettiğini, neyin onu dünyaya bağladığını. Şüphesiz kerestelerdi. Yoğun bir iki sene geçirdin, diyor yaşam. Geldi ailenin başına gelen. Sen hep oldukça agresif, sen hep oldukça peşin hükümlüydün, sen hep büyük konuştun. Sen seni ilgilendiren bir şey olmadığını sandın, şimdi seni çevreleyen bir grup insandan ve seslerinden nasıl kaçıyorsan aynı ailenden ve gerçeklerden de kaçtın, sığındın. Sığındın uyduruk, geçici, yasak birtakım zaaflara. Hafife aldın beni. Şimdi. Bir grup insan tarafından çevrelendin. Tek bir sözleriyle yıkılıp yuvarlandın kağıttan kulenin merdivenlerinden. Sorguluyorum seni, vakti geldi. Sorguluyorum. İtiyorum. Kakıyorum. Sense bütün gün öylece düşünüp, zırlayıp susuyorsun. Herkese sana her şeyi yapabilmeleri için izin veriyorsun. Farkındaydım izin verdiğimin. Aklımda asla benim işlemeyeceğim cinayetler ve günahlar, izin verdiğim onca konuşma, çığlıklar, ithamlar. Tepkisizim. Yemyeşil yapraklarım soluyor, sararıyor, dökecek. Bir o yana bir bu yana umarsızca sallanan o bitkiyim. Bir garip koma halindeyim.
O zamanlar şarkıların anlamları olması hüzünlendiriyordu, fakat hüzünlü bir teselliydi de. Oflardım dinlerken, söylerken. Yalnız olmadığımı bilerek ya da yalnızlığımı gidererek... Yalnızlığımı giderdiğim günlere lanet ediyorum şimdi. Annem etme diyor, çatı altında lanet etme, beddua etme. Çatıdan kendimi atarken lanet etsem bile bir şey değişecek mi ki anne? Getirebilir miyim yalnız olmadığım, şarkıların anılarının yaratıldığı günleri?
Bir kız vardı yanımda. Etrafımız oldukça kalabalık. Bir sinema salonundayız veya konferans. Kim için geldik, kim getirdi bizi, niye buradayız? Hiç hatırlamıyorum. Çünkü bugün olduğu gibi o gün de umursamıyorum bu soruları. Şarkımı söylüyor ve dinliyorum. Yanımdaki kız henüz bugünkü yabancı, o günkü en tanıdık olmadan önce dönüyor bana. Büyük susuşumun ilk günleri. Herkesin son merakı hakkımda. Yalnız bırakmadan önce son soruları, son merakları: Niye sustun öyle birdenbire? Dönüyor işte bana:
- Hayat nasıl gidiyor?
- Kötü.
- Niye?
- Çünkü dünyanın dibi...
- Nasıl yani?
- Ee, cambazlar var.
- Kimmiş onlar?
- Diğerleri.
Diğerleri kim bilmiyorum. Doğrusu, daha diğerlerinin o kız olduğunu bilmiyorum. Derdim o değilmiş gibi ona açıyorum derdimi. Üstelik şarkımı çalıyorum ona. Dinliyor şarkımı usulca, titriyor alt dudağım, ağlamak geliyor içimden, dişlerimi sıkıyorum. Şarkım bitince bir iç çekiyor, bugün olsa bugün inanmayacağım onun diğerleri olduğuna, iç çekiyor ve ben öyle bir kendimi salıyorum. Tutuyor elimi. Şimdi hatırlarken tiksiniyorum. O gün ise elimi tutuşuyla teslim oluyorum. Ağlıyorum omzunda. İlk ve son kez ona içli içli ağlıyorum.
Artık o şarkıyı ne söyleyebiliyorum ne dinleyebiliyorum. Karşıma çıkarsa şayet aklıma bu an geliyor, geliyor fakat omzundan nasıl kalktığımı veya elini ne zaman bıraktığımı hatırlamıyorum.
Çocukluğumun yarısı, tecrübelerimin doğduğu kazık, en büyük ihanetim olsa da tüm anılar bir siyah perdeyle örtülmüş. Onunla olan tüm anılar, zaman olmuş, ölüm olmuş, milat olmuş veya suskunluğum. Yalnız bu anı tüm benliği ve tüm netliğiyle dipdiri. Onu hayata bağlayan bir neden var, biliyorum. O şarkı bir daha ilk kez söylenmez veya dinlenmezse o anı ölmez, biliyorum. Türkçe dersinde anlattılar, ilk kez tanışmak, bir anlatım bozukluğu. İkinci kez tanışamayacağımız gibi ikinci kez o şarkıyı ilk günkü gibi dinleyemem veya söyleyemem, biliyorum. Ne o kız ne o anı ne o şarkı yok olmaz, artık idrak ediyorum. Artık şarkıların anıları, anlamları olmasın diye isyan ediyorum.
Artık şarkıların anıları, anlamları olmasın. Şarkıların ilk dinleyişteki tadı, sadelikleri veya abartıları daha ikincisinde yok olmasın. Şarkılar otobüste bile uzaklara daldırıp ağlatmasın veya güldürmesin. Ne çok iyi ne çok kötü ne çok çirkin, bir dinleti zevkinden aşağı veya yukarı bir şey hissettirmesin. Çünkü yeter artık! Yeter, diyorum. Olup olmadık yerde, zamanda, planda, gelecekte, geçmişte, şimdi de set gibi dizilmesin kursağımıza.