Herkesin kendi gölgesine çekildiği bıkkınlıktan, diğerlerinin de aslında anlaşılması en zor olan sırrın, en göz önünde duran olduğunu bildiklerinden, sokak lambalarının yahut sahne ışıklarının altında, ışıl ışıl caddelerin ortasında gizlendiği, yaşamın adeta bir saklambaç oyunu olduğunu anımsatan bi' akşam. Mütevazilikten midir yoksa korkaklıktan mı bilmem, yıllardır saklandığı şiirlerin dizelerinden kalemime aktı ilhamım. Ciğerlerimin en ucuna ulaşıp şu yüce gökyüzüne karışan sigaramın dumanı gibi sırra kadem basmasın diye koştum, yazıyorum. Yine derdim tek, niye buradayım? Ne diye bu kalabalık, bu gürültü? Sınırlarını bilme şansına asla layık olamayacağım geleceğin yolunda, ağacından kopup fırtınaya kapılmış, görmediği, bilmediği su birikintilerine düşen yaprak olmaktan tırsıyorum. Sahibini sırtından atıp ağaçlara karışmış, dörtnala ama biraz da korkuyla koşan o at olmaktan. Sahip, düşüncelerim; bense her kırbacında boyun eğen sadık hayvan. Sahi, masallarda ormana kaçan o atlara ne olur? Öyle mi bulurlar mutluluğu yoksa ne yapacaklarını bilmeden geri mi dönerler ait oldukları yere?


Sahi, nereye aittir insan? İnsan dediğin ondan bundan fazla bilen bi' hayvandır asıl. Mevcudiyetini bilir çünkü ayna gibileri ona yardım eder bazen. Lakin aidiyetini bilemez bir türlü. Gittiği her yere bir parçasını bırakır, bundan bölük pörçüktür. Ait olamayacağı gibi, bütün de olamaz. Hep kaçaktır yahut yalancı. Kendi ruhunun celladıdır. Bi' nefes alıyorum ve şimdi kalemim kıpırdamak istemiyor. Var olmanın ağırlığı gibi geliyor bu his ve kağıtla buluşunca diniyor. Düşünüyorum, kim bilir belki bir akşam, benim de dizelerim birinin kalemine bulaşır. İşte o vakit, o anı gizlice izleyen sokak kedilerinden alırım haberini. İşte o vakit keyiflenirim, Sovyet rock söyler, rüzgarla selamlaşırım sokağımdan geçen.