Perfect Blue 1997 yılında tamamlanan anime türünde bir filmdir. 1998 yılında Satoshi Kon yönetmenliğinde piyasaya sürülen uzun metrajlı bu film, Kon'un yönetmenlik yaptığı ilk filmidir.

Psikolojik gerilimin fazlaca bulunduğu bu film "Complete Metamorphosis by Yoshikazu Takeuchi (adamın adı italik) romanının sinemaya uyarlanmış halidir. Başlangıçta her ne kadar live-action olarak piyasaya sürülmek istenmiş olsa da o zamanlarda gerçekleşen Kobe depremine denk gelmiş ve depremden zarar gören yapım şirketinin film bütçesini düşürmesine sebep olmuştur. Düşük bütçe nedeniyle anime olarak çekilen filmin normal animelere göre daha iyi olmasının nedeni de hiç şüphesiz Satoshi Kon'dur. Japon film direktörü, animatör ve senarist Satoshi Kon, rüya/hayal/bilinçaltı ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi muazzam bir şekilde ortaya koyar. Eserlerinde özellikle kadın oyuncular üzerine düşer ve kadın karakterlere ilgisinin sebebi sorulduğunda kadın karakter yazmanın daha kolay olduğunu söylemiştir. Çizdiği çizgilerle sektörde inanılmaz bir yere sahip olan Kon, Batı sinemasına katkılarda bulunmuştur. Kon, hikaye anlatımında, anlatımını çizgilerle sınırlamaz ve hemen hemen bütün yapımları da olayları net vermez, izleyiciyi düşündürür.


Perfect Blue, Japon kültürüne ait ciddi birkaç problemi ele almaktadır. Film, ilk sahnesinin ilk dakikalarında Japon kültürünün idol ilişkisini ele alır. Bu ülkede oyuncu olmak diğer ülkelerde oyuncu olmaktan daha zordur. Çünkü buranın toplumu, oyuncu ve sanatçıları çok fazla benimser, onlara ulaşılmaz kimselermiş gibi bakar ve hatta, bazen takıntı haline bile dönüştürürler. İki buçuk yıldır, içerisinde bulunduğu Cham grubunun konserine hazırlanırken basit bir eylemi bile menajeri tarafından belirlenir. Çünkü bu ülkede oyuncu ve sanatçılar ajanslar tarafından tasarlanır, topluma sunulur ve bu işlem profesyonel bir şekilde yapılır. Üyeler tarafından konserin ilk zamanında da hareketli bir şarkı söylenirken, Mima'nın ayrılık haberinin verildiği esnada hüzünlü şarkı söylenmiştir. Buradan Mima'nın popstar olmaktan vazgeçmek istemediğini anlayabiliriz. Annesiyle konuşurken bir zamanlar popstar olmak için çok istekli olduğunu anladığımız Mima'nın bu işini bırakıp ajansı tarafından yönlendirilen oyunculuk işine ise karşı koymaması karakterinin keskinleşmemiş olmasındandır.

Japonya'da bir kişinin ünlü olması orada bir günde bile gerçekleşebilir. Toplum tarafından kabul görülen sanatçı ulaşılmaz hale büründürülür ve halkın içinden birinin bir yerden sonra onu takıntı haline getirmesine sebebiyet verilebilir. Fiziksel saldırılar, takipler etc. Ve tabii bir sanatçının değerini kaybetmesi de çok hızlı bir şekilde yapılabilir. Bu yüzden oyuncu ve sanatçılar kaygan bir zemine sahiptir. Bütün bu zorluklar altında çalıştırılan sanatçıların psikolojileri de bir yerden sonra bu durumları kaldıramayabilir. Perfect Blue, Japon kültüründe sektörün bu baskılarını içselleştiren bir karakterin, çoklu kişilik bozukluğu olan diğer bir karakterle olan hikayesini ele alır.

Perfect Blue hayal ile gerçekliğin arasındaki pürüzsüz bağlantının filmidir. Sansür yapılmadığı için hikaye akışı ve orijinalliği bozulmayan film, insan psikolojisinin derinliklerine inerek karakterlerin iç çatışmasını gözler önüne sürer. Asya kültüründen ve klasik animelerden uzaklaşarak ortaya koyduğu bu eserle Kon, gerçeklikten yavaşça kopan bir kadının hayatına bizi dahil ediyor. Kadının yaşadığı kafa karışıklığını, duygularını gergin ve kasvetli atmosferiyle ortaya koyarken mekan bütünlüğüne asla itaat edilmiyor. Filmde zamansızca yapılan kesitlerle (editing) beraber izleyicinin mevcut gerçeklik algısı yavaş yavaş yok edilip, okuyucunun da belirsiz bir buhrana sürüklenmesi sağlanıyor.

Detaylı düşünülmüş kurgusu gerçekçi çizgilerle birleşerek çok etkin bir yolla düşünce ve duygular kitleye ulaştırılıyor. Her ne kadar filmi fiziksel hareketsizlik içinde izlesek de duygusal olarak hareketli bir psikolojik içsel farkındalık yaşanılır.


Sinema, insana kendisinden ayrılıp başkası olmasını mümkün kılan bir sanat türüdür ve biz bu filmde bazen Mima bazen de Rumi oluruz.

Toplum içerisinde belirli bir yerde olan insanlar yaşayış bakımından normal insanlara göre biraz daha farklıdır. Normal insanların sorumlulukları yalnız kendileri ile sınırlıyken, oyuncu veya sanatçılar yalnız kendilerinden değil, hitap etmiş oldukları kitleden de sorumludur ve bu filmde, Mima kendisine iki yaşantı kurmuştur ilki sahne üzerinde veya ekran önünde hakkın izlediği yaşantıdır. İkincisi ise bütün şov bittikten sonra kendi başına kaldığı yaşantısıdır. İkinci yaşantısında gayet sıradan, normal bir insan gibi yaşar, ancak sonradan yaşadığı sıradan hayatı biraz karışık hale gelmeye başlar. Mima'nın sektörün istekleri karşısında beklenti ve istekleri farklı olsa da sektöre uyum sağlamaya çalışır çünkü sektörde kalmak istemektedir. Önce sektörün öne sürdüğü gibi işini bırakıp oyunculuğa yönelir, sonra da sinemada daha da dikkat çekici hale gelmek için soyunmaya başlar. Hatta Mina annesinin oyuncu olmasına karşın itirazları karşısında "Hala bu pazarın işleyişini kavramıyorsun anne." diyerek açıklar durumu. Bütün bunlar olurken onun zaman zaman gerçekleşen kafa karışıklığına şahit oluruz. Ekran bulanıklaşır, zaman ve mekan ayrımı kalkmaya başlar ve kesitler yoğunlaşır. Kesitler yoğunlaştıkça izleyici de izleme kontrolünü kaybeder, ve izleyicinin de gerçeklik algısı bozulmaya başlar. Karışıklaşan durumlar karşısında film bizi itmek yerine daha heyecan verici hale gelir çünkü gerilim unsuru o kadar iyi ele alınmıştır ki yaşanılan herşey yanı başımızda oluyormuş hissine kapılırız. İzlediğimiz herşey tam sıkıcı bir hale bürünecekken Mima'nın tecavüz sahnesi izleyiciye bir dönüm noktası yaşatır. Çizgilerle çizilen ve ekrana da bu şekilde yansıyan bu sahne o kadar gerçekçidir ki verdiği rahatsızlık hissini hala hissederim. Rol icabı gerçekleşmiş olmasına rağmen Mima bu olayı gerçek zannederek buhrana sürüklenir. Aynı zamanda bunlar olurken, Mima eski popstar günlerini hatırlamaya başlar, gerçek hayatında gerçekleşen şeyler fantezi dünyasıyla örtüşmez. Sanrıları gerçekmiş gibi gelirken yaşadığı hayat hayal şeklinde sunulur. Mima'nın iç dünyasına yaptığımız yolculukta, insanların bilinçaltına yerleşen korku ve çelişkilere ve kişilik karmaşalarına rahatça tanık oluruz. Halüsinasyonların kişiye doğrudan bir zararı olmasa da zaman içerisinde insan psikolojisi üzerinde ne kadar etki olduğunu iyi gösterir.

Filmde başrol kadar etkin bir karakter de Mima'nin menajeri Rumi'dir. Eksiden oyuncu olan çoklu kişilik bozukluğu hastası bu kadın yaşlandıkça toplumun ilgisini daha az çekmeye başladığı, toplumun isteklerine cevap veremediği için sektörden ayrılmak zorunda kalmış bir karakterdir. Ancak o sektörden ayrılmak yerine, sektörün isteklerine cevap verebilecek potansiyel başrolümüzle beraber devam eder ve kafayı bu kişiyle sıyırır. Mima'nin oyuncu olmasına engel olmak için çok çabalamasına rağmen bunu başaramayıp hırsıyla hareket etmiştir. Eski popstar Mima'yı olabildiğince idealleştirirken, yeni oyuncu Mima'yı değersizleşleştirir. Toplumun ve sektörün Mima'ya yaptığı bu acımasızlığı ve karaktersizliğin bedelini onlara ödetecektir. Ve ödetir de. Mima'ya kötü gelen herkesi birer birer öldürür. Hatta Mima'nın günlüklerini bilip onu takip eden sapığı bile. Evet belki bu adam başlangıçta hiç kötülük yapmadı Mima'ya. Ama sonradan o da Mima'ya tecavüz etmek isteyerek kötülük yapacaktı... Herkesi sırasıyla öldürdükten sonra yaptıklarını hatırlamayan Rumi Mima'yı da öldürmek ister. Mika kaçar, Rumi kovalar. Bir vitrinin önünden geçerken camda birbirlerinin yansımalarını görürler. Şüphesiz tasarlanmış en iyi sahnelerden biriydi.

Toplum baskıları ve dayatıları yüzünden ruhen çöküşe geçen bir kadının hayatını, ruh halini çok iyi şekilde aktaran ve derinliği çok fazla olan bu film, idol kültürünün de toksit taraflarını iyi açılardan değerlendirmiştir. Bir yazarı başarılı yapan kurgu ve sinematografi başarısıdır. Bu film, teknik açıdan o kadar kaliteli bir yapımdır ki bunun Satoshi Kon elinden çıktığını anlamak zor değildir. Çizimler, sahne geçişlerini uygun yerlerde yapılması, hayal ve gerçekliğin ustaca ele alınıyor oluşu, karakterlerin psikolojik çözümlemelerinin kalitesi, diyalogların mantığa uygun hazırlanması ve görsellikte izleyicinin doyuruculuğa ulaşmasını sağlayan renk seçimleri... Her şeyin tam anlamıyla karıştığı yerde, doğal bir şekilde çözülen filmler. Sizden filmde var olan karışıklığı çözmenizi beklemeyen, sadece karakterlerin iç dünyalarına doğru yolculuğa çıkmanızı isteyen bir sanatçı. Bunlar Satoshi Kon ustalığı.


Daha o zamanlarda, aradan geçen yaklaşık otuz yıla rağmen kişinin şöhret olma ve bunun altında yatan psikolojik durumu ortaya koyan ileri görüşlü yazar, daha internetin yayılmadığı bir dönemde sanal gerçekliğin gerçek üzerindeki etkisini çok iyi anlatmıştır. 1997 yılının imkan ve koşulları düşünüldüğünde filmin görüntülerinin muazzam oluşu da takdire şayandır. Zamanın ötesinde bir yapım olan Perfect Blue içinde bulunduğumuz sistemin kalıplarına sığmaya çalışmanın bize zarar ve mutsuzluk dışında bir şey vermeyeceğini anlatmak isteyen bir filmdir. "Like I care, I am who I am self awareness." diyerek buhrandan çıktığını anladığımız Mima bize umudu yansıtır. Blue isminin mavi anlamı olduğu gibi "hüzün" anlamı da vardır. Hüzün, umudun mükemmelliğiyle yok olup umut, hüznün varlığıyla beraber yeniden yeşerir.