Işık evime girmeden on dört kere saymasaydı mumları hatırlamazdım

Arka bahçende solmasaydı ay

Yokuşları sulamayı çoktan bırakırdım

Ama sen, dümdüz bir yüzle ektiğin tohumları kırışık ellerle sunanları

Ve toprağı anlamayı bırak

Engebeyi kendinden saymadın mı doğarken?

Karart gözlerini

Gece gözünden düşmeden


Yalpalanmanın düz çizgilerle bağı yok

İçmeden de yirmilerimde olmayacak laflarla yürür insan

Koşmadan da debelenir başlangıç noktalarında

Bitiş çizgilerinin telaşıyla

Öyleyse, kendimi çarpacağım zeminler yarat bana

Hızımı hesaplayamıyorum

Bir düşüş kaç kelimeyi öldürür?


Dünyanın yolları yanlış çizilmiş diye

yüzünü terk eden günün batışından toplayıp

Yaşamın haritası kayıptır diyen ömrümün kızıllığından doğurduğum inanç

Neresinden boyasan ağaracak

Dimdik değil yalpalayarak

Neresinden yürüsen

Kolay değildir dinmezliğe diklenmek


Görüyorsun, bir elinde yıldızını

Diğer elinde inancını taşıyan şaman

Ve yörüngesini şaşırmış gezegenler

Hesapsız dönüyor başımda

Üzerine yorgun bir ruhun dileğini yapıştırdığım yıldız

Nasıl kaymaya mahkum

İnanç nasıl koşuyor savrulmaya


Sokağımı görmeden yolunu şaşırdığında aydınlık

Savrukluk üzerime yapışanlara bile dokunmadığında

Dost kucağı yerine balkon demirlerinde silkelerdim kendimi

Bilirsin kuytu en çok bana yuva

Avundum, belki omzundan oluyordun böyle zamanlarda

Ve ne çok umdum

Soluğum renkli mandallara tutuşturduğum hayatı kurutmasın

Uyudum

Düşlerim sendeleyerek yürünen çizgiler kadar gülünç dursun yanımda


Durma, bana ödünç verdiğin gerçeği uyandır

Öyle fazlayım ki düzeltip sakladığım yanlarımdan taşıyorum

Öyle kırışık toprağımda dünya

Eksilt beni ve durma

Üstümüzden tenimize yansıyan ışığın

Sıkışıp kaldığımız bir kafes olduğunu görene dek

Kör edici bir aydınlıkla parla

Durma, gözlerini karart

Gerçekliğin büyüleyici olmadığını anla


Anla!

Zincirler kırıldığında gökyüzü özgürlükle anılmayacaktır.




Fotoğraf: Semi